22 Eylül 2025 Pazartesi

PRAG'DAN BUDAPEŞTE'YE

11.10.2025 Perşembe PRAG’a  (Çekya) YOLCULUK

Otel : La Boutique Hotel Prague

Para Birimi: Çek Kronu CZK

Prag’a gitmek bir nevi zaman yolculuğu gibi. Sanki Ortaçağ’da yolculuk yapacaksınız da kendinizi oranın havasına kaptıracakmışsınız duygularıyla giderken, bir anda şehrin dışına konuşlanmış olan yeni yapılarla ilk anda karşılaşınca kısa bir şaşkınlık geçirdik.

"Bir Çek-yat'a uzanıp tatil yapayım derken, kendimizi Prag sokaklarında kaybolmuş halde bulduk." şeklinde esprili gezginlerin söylediği sözle gezi notlarıma başlıyorum.  

Havalimanından 100 no.lu şehir içine giden otobüslerle otelimizin olduğu bölgeye gelince, gerçek Prag şehrinin burada  başladığını gördük.  

Otelimiz Andel durağında bulunan  La Boutique Hotel Prague.

Şehre ve tramvay duraklarına yakınlığı ile tercih edilebilecek bir otel.

İlk gün şehrin gecesini keşifle başladık. Büyük geniş sokaklarıyla, büyük binalarıyla tam bir Avrupa şehri Prag.

Charles Köprüsü, gecenin ilk görkemli yapısıydı.

Köprü üzeri tam bir instagram hikayesine konu olacak güzellikte manzara ve eserlerle dolu. Her yer ışıl ışıl. Köprü üzerinde geçerken müzisyenlerin tınıları ile güzel bir atmosfer.

Köprü kenarında herkes resim ve hikaye paylaşmak peşinde. Tıpkı bizim gibi.

Bu gecenin yemek seçimi mecburiyetten Mcdonalds. Prag merkezde olduğu için hemen karnımızı burada doyurduk. Daha sonra şehir meydanının gecesini görerek, Charles Köprüsüne geldik. Köprünün üzerini yürüyerek geçtik ve ilk gece için bu kadar yeter deyip otelimize döndük.  

 

12.10.2025 Cuma Prag Kalesi ve Şehir Turu

Otelde kahvaltı doyuracak cinsten güzeldi. Güzel bir kahvaltı ve güzel bir güneşli sabahla Prag’ı keşfetmeye çıktık.

Otel yakınında bulunan Andel durağı heryere ulaşabileceğim ulaşım hatlarıyla dolu.

Tramvay durağı yanına kurulmuş olan, Cuma pazarını görüp de uğramadan edemedik. Tam bir köy pazarı. Köyün taze sebze ve meyvalarını satan köylü ama bize göre modern teyzeler.

Bugünkü gezimiz Prag kalesi.

Prag Kalesi’ne çıkmak biraz yürümeyi sevenlere göre bir eylem. Ama öyle güzel çıkış yolu yapmışlar ki, yokuşun tadına vara vara çıktık. Aman Tanrım, Birkaç sene sonra gelseydim bu dizlerim beni taşır mı ki diyerek,  Gençliğimiz var yürüyelim arkadaşlar coşkusuyla kaleye vardık. İyi ki çıktık. Her turistin çıkmalı denen bir güzellikte bir kale. 

Tepede ödül büyük: Şehir ayaklarının altında ve güzel bir sessizlik. Sadece turistlerin uğultusu. Güzelliğinden utanmayan şehirlerden biri Prag diyorlar ya. Hakları varmış, tam görülmeye değer bir şehir. 

Prag Kalesi, Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'da yer alan, Avrupa'nın en büyük antik kalelerinden biri. Ama ne kadar büyük desek de, kalenin her köşesinde minik bir ev veya kafede mevcut.  Hani o "büyük kalenin içinde kaybolmak" klişesini yaşamak isterseniz, Prag Kalesi tam aradığınız yer.

Kalenin tarihine gelince, MÖ 870'e kadar gittiği söyleniyor, yani gerçekten yaşlı!

Bir de “Bohemya Krallığı'nın başkenti” olarak biliniyor, o yüzden tam bir kraliyet havası var.

Charles IV tarafından inşa edilmiş St. Vitus Katedrali, Prag Kalesi'nin en önemli yapılarından ve Gotik tarzın en güzel örneklerinden biri. Tam hevesle katedrali seyredecekken, kara bir bulut bizi bayağı ıslattı. Yağmur gelip geçti ama bizde yeni yağmurluklarımızı denemek zevkini tattık.😊

Kale duvarlarının içine inşa edilmiş küçük, renkli evlerden oluşan Altın Yokuş denilen bir bölge var, girişi bayağı pahalı olduğu için oraya sadece dışardan ve her zamanki gibi internette ki resimlerden bakabildik. Prag Altın Yokuş Renkli evler derseniz, siz de orayı sanal da olsa görebilirsiniz.  

Bohemya krallarının yaşadığı Kraliyet Sarayı da kalenin  içinde yer alan güzel bir yapı. 

Prag Kalesi, sadece mimari değil, aynı zamanda tarihsel olaylarla da harmanlanmış bir "yaşayan tarih" gibi. Gezerken çok zevk alarak gezdik.

Kaleden inince, yine şehrin merkezine gece gezdiğimiz yerleri görmek istedik.

Orda harika bir dondurmacı vardı. Tam Prag meydanında. Amarino dondurma. Gül şekli verilmiş güzel dondurmaları şehrin merkezinde yiyebiliyorsun.

Dondurmaları yedikten sonra şehir merkezine yürürken kilisenin önünde güzel bir koro ile karşılaştık. Ücretsiz konserlerine çağırdılar. Konser alanına girerek onların konserini dinledik. Tıpkı bizim TSM korosu gibi. Koristlerin mimikleri çok güzeldi. Adeta şarkıları yaşayarak söylediler.

Eski Şehir Meydanı’nda bulunan Astronomik Saat, şehrin en turistik anlarından birini sunuyormuş, her saat başı minik kuklalar hareket ediyormuş. Altı yüz yıllık saat çalışıyor, ama kuklalar "şu robotik çağda hâlâ manuel mi dönüyoruz?" gibi aval aval bakıyor gibi.

 Bu küçük tiyatro sahnesi beklemeye bugün vaktimiz olmadığı için sadece dışardan baktık. Daha sonra tekrar bu anı yakalamak üzere gezi planımıza aldık.

Biraz gezdikten sonra tok karnımıza Romanya'da daha önce tattığımız Langoş yiyelim dedik. Bizim kızartma ekmek hamurumuza krema ve kasar peynir rendesiyle yenen bir yiyecek. Buradaki biraz ağır geldi. Ama tatmadan edemedik. Tatmasaydık bilemezdik. Oradan şehre yürürken kilise de müzik dinletisine davet aldık.  Türk sanat musiki korosu edasıyla güzel parçalar seslendirdiler, özellikle koristlerin mimikleri çok güzeldi. 

Bugün Prag’ın tüm sokaklarını tek tek gezdik. Çarşılarda gezerken Çek Savarovskilerinin meşhur olduğunu gördüm. Takı kursuna giderken çek kristali diye aldığımız taşların buranın olduğunu buraya gelince anladım ama nedense taş yerinde ağırdır. Bayağı pahalı idi. Ama bir tane boynuma çek savarovskisinden takmadan edemedim. Artık bir savarovskim var. Görürseniz boynumda maşallah deyiniz. 👌

Online çalışan biri olarak birazda işlerimizi yapmak ve şarjlarımızı doldurmak üzere akşamüzeri otele döndük. Gece yemek için çıkmak üzere kararımızı verdik.

Otelin tam ters istikametine yürüyelim derken, her zamanki şansımız yaver gitti. Balkan festivalinin ortasında kendimizi bulduk. Güzel müzik dinleyerek harika bir yürüyüş güzergahından sonra otele yeniden dinlenmeye döndük.

Bugünkü adım sayımız yürüyerek 20000 adım. Benim için büyük rekor. Bir ülkeyi ancak adımlarınızla sokak sokak gezerek öğrenebilirsiniz derler ya. Tam da öyle sokaklarında kaybolarak yeni sürpriz meydanlara keşfetmenin zevkiyle bu günü bitirdik.

13 Eylül 2025 Cumartesi  Lennon Duvarı ve Tramvay Turu

Bugün otelden çıkarak Prag’da turistlerin gezi rotası Lennon’un duvarına gittik. Bu duvar sanatçının buraya gelmemesine rağmen, onun anısına yapılmış grafiti sanatçılarının yaptığı duvar.

John Lennon, 1980'de bir suikast sonucu hayatını kaybettikten sonra, Prag'da bir grup genç, Lennon'a olan sevgilerini göstermek için bir duvarı resimlerle ve yazılarla kaplamışlar.  Bu duvar, ilk başta sadece birkaç basit çizim ve yazıyla başlamıştı, ama kısa sürede, halkın baskıcı komünist rejim karşısında özgürlük ve barış isteğini dile getirdiği bir yer haline gelmiş.

1980’ler Çekoslovakya’sında, komünist hükümetin baskısı altındaki halk, genellikle özgürce ifade edilmiyormuş,  Lennon Duvarı, bu baskılara karşı bir protesto ve özgürlük simgesi olarak kabul edilmeye başlamış ve duvara yazılanlar, genellikle özgürlük, barış ve adalet temalı olarak işlenmiş, yani, sıradan bir "duvar yazısı" değil, bir toplumsal hareketin ifadesi olarak turistlerin hizmetine açılmış. Bizde bir arka planda çalan Lenon şarkısıyla çekimlerimizi gerçekleştirdik.

Sonra yürüyerek yine Charles köprüsü altına kadar geldik. Orda kano yapanları seyrettik. Güzel bir akış yapmışlardı. Köprünün altında tekne turu çağıran denizci kıyafetli görevliler vardı. Nedense hepsi zenci idi. Beyaz denizci kıyafetiyle hoş bir görünümleri vardı.

Prag’da nehir gezisi yapmak, şehri kartpostaldan fırlamış gibi hissettiren bir açıdan görmenin belki de en keyifli yolu imiş,  Vitava Nehri üzerindeki bu geziler, tarihi köprüler, gotik kuleler, barok saraylar ve romantik manzaralar eşliğinde Prag’ı adeta bir açık hava müzesinde gezer gibi olacaktık ama biz yürüyerek sadece gezdik.

Sonra dünkü gezimizde küçük tiyatral gösterisini izleyemediğimiz Astronomik saatin kırk haramilerinin danslarını seyretmek üzere tam saatinde, meydanda saatin karşısında bekledik.

Eski Şehir Meydanı’nda bulunan Astronomik Saat, saat başında beklenen tiyatro gösterisini gerçekleştirdi. Saat dong dong vurunca, kuklalar pencereden gözüktü. Müzikli bir dönme yaptılar sanki. Daha görkemli bir şey gelecek diye beklerken gösteri bitti.  

Küçük bir tiyatro gösterisi gibi. Bitince herkes alkışlıyor. Kimse neden alkışladığını bilmiyor ama oradaydık, gördük, alkışladık. Bu muydu hayret dedik ama bizde o saati her turist gibi kutsal bir kalabalık oluşturarak beklenen anı  gerçekleştirdik.

Astronomik saatten sonra yürüyerek Kafka heykelinin olduğu alana geldik. Kafka Prag’ın en önemli figürlerinden biri.

Değişik saatlerde hareket eden metal heykelin önünde güzel resimler çektirdik.

Franz Kafka, 1883’te Prag’da doğmuş, modern edebiyatın en etkileyici ve en bunalımlı yazarlarından biri imiş,  Gerçekten, “Kafkavari” denen o tuhaf, iç bunaltıcı, mantıksız sistemlerle boğuşan karakterlerin ustası olduğunu demir yığınlı heykelinden de anlıyorsunuz.  Kafka’yı okumadım ama  "Dava", "Dönüşüm" gibi eserlerinde özgün ama bir o kadar depresif olduğu anlaşılıyormuş.

Sokakları gezer iken Dans eden evi görebiliyorsunuz. Sanki yanlışlıkla çıkıntılı yapılmış gibi, adını da buradan almış. Güzel bir mimari, terasından tüm şehri görebiliyormuşsunuz. Biz sadece dışardan seyrettik.

Sonra şehrin her ucunu güzel gezdirdiği söylenen, meşhur 22 no.lu tramvayla tüm şehri bir uçtan bir uca gezdik.  Tramvayın son noktalarından şehri güzel bir şekilde anlamaya çalıştık.

Tramvay turu sokak araları, eski Prag, yeni Prag şeklinde yeşillikler dolu bir turdu.  Buraya gelenler için 22 no.lu tramvay candır, muhakkak gezilmeli mottosuyla gezmelerini öneririm. 22 no.ya bindik ve tüm şehri bir uçtan bir uca, cam kenarından seyrederek gezdik. 

Sonra son duraktan otelimizin olduğu bölgenin otobüsü 199 no.lu otobüse bindik. Eşim ve kızım artık kolaylıkla ne nerden geçer hangi durak biliyordu. Durağımız olan Andel durağında AVM'lerin içindeki mağazaları gezdik. Mağaza fiyatları bayağı pahalı idi.

Albert mağazası burada en uygun marketlerden biriydi. Artezien mavi bantlı su yani Türkçe artezyenden aklınıza gelsin. Buradaki en güzel su markası. Çok tatlı içimlik bir su. Eski İSKİ’ci olarak sertlik, ph, tat, koku testlerini geçtiği için Prag’daki su seçiminizi bu markadan kullanabilirsiniz.

Prag'da ilgi çeken bir konu da dilencilerin dilenme şekilleri. Yere boylu boyunca ellerini uzatarak, secde pozisyonunda dileniyorlar. Köpekleri yanlarında onlarda aynı konumda uzanmış şekilde terbiye edilmiş dilenciler. 

Otelimize gidip biraz dinlendikten sonra, akşam yemeği için otel yakınında bulunan bir Pizzacıdan yurtdışında yemeyi tercih ettiğimiz Margaritta Pizzalardan yana kullandık.

14 Eylül 2025 Pazar Karlovy Vary’ye Günlük Gezi

Karlovy Vary

Şehrin mimarı yapısı harika. Prag’a gelenlerin muhakkak görmesi gereken bir şehir bence.

Prag’dan 2 saatlik bir otobüs yolculuğu ile buraya varıyorsunuz.  Termal bölgesi. Kağıt helvası ünlü imiş. Ama bizim tatlara çok benzemiyor. 

“Termal su içilir mi ya?" diye düşünüyorsanız, cevabı Karlovy Vary’de bulabilirsiniz dediler ama biz içemedik. Evet, hem de bardakla içiliyormuş, ama bildiğimiz bardaklarla değil.

Şehir harika bir dizaynda kurulmuş. Bardaklar yassı pipet kulplu gibi. İlk baktığında bunlar fincanla tütün mü içiyorlar diyorsun. Meğer buradaki suyun içme raconu bu imiş.

Şansımıza o gün Uluslararası Spor faaliyetleri de vardı. Şehir çok canlıydı. Buraya gelme sebeplerimizden biri de Atatürk’ün böbrek rahatsızlığı geçirdiği esnada buraya şifa için gelerek burada bir otelde konaklaması . Şehirde internet problemi var biraz. Neyse ki internetimizin çektiği bir köşede tam da bulamayacağız mı acaba dediğimizde Atatürk’ün kaldığı otel karşımıza geldi. Sağ olsunlar bir de tabela asmışlar. Gururla seyrettik. O tarihlerde buralara nasıl geldi, geçmiş birden canlansa görsek o anı demeden edemedik.

Atatürk’ün o tarihlerde kaldığı otel, şu an Carlsbad Plaza Hotel diye geçiyor. Bir ara burada müze olduğu da söyleniyormuş ama biz sadece tabelayı görebildik.

Atatürk’ün burada tedavisini tamamlamadan döndüğü söyleniyormuş kaynaklarda. Döndüğünde hem Vahdettin tahta geçmiş, hem de 1. Dünya Savaşı’nın sonlarına gelinmiş.

Atatürk'ün, "Karlsbad Anıları" ile ilgili kitabının olduğu biliniyormuş, kitapta bu bölge ile ilgili anılarında;

”Karlsbad’da gecen günlerimin hatıratını tümüyle ve olduğu gibi bu defterlere yazamadım. Bunun iki nedeni var. Birincisi; gereği kadar yazı yazmak için yeterli zamanım olmadı. İkincisi; her düşündüğümü, her yaptığımı, yani bütün gizli düşüncelerimi (esrarı fikriyemi) ve hayatımı bu defterlere nasıl emanet edebilirdim. Hatta bu yazdıklarımı bile bir gün, ihtimal pek yakın bir günde mahvetmeyecek miyim… Şimdiye kadar hep böyle olduğu içindir ki yazılmış (mazbût) toplu bir hatıratım (hatırayı-mecmuam) yoktur”.

Bu güzel anıları okuyunca bu bölgede daha da çok hüzünlendik. Burası daha çok Almanya sınırına yakın bir bölge olduğu için buraya Almanya’da olanlar ve Prag’a gelenlerin muhakkak ziyaret etmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Bana göre Prag’ın en can alıcı gezi rotalarından biri.

BUDAPEŞTE

15 Eylül 2025 Pazartesi  Prag’dan(ÇEKYA’dan) Budapeşte’ye (MACARİSTAN’a)

Otel : Secret Museum Otel

Para Birimi: Macar Florini (Huff)

Bugün Prag’a veda ederek, ikinci rotamız Budapeşte’ye gitmek üzere otelimizden ayrıldık.

Budapeşte’ye gitmek için seçtiğimiz ulaşım Tren.

Tarihin içinden Prag’dan Budapeşte’ye 9 saat varan bir yolculuk. Tren biraz rötar yapınca bayağı uzun bir yolculuk oldu. Trenler rahat mı hem de çok. Ama uzun yolculuk sıkar mı ben memnundum, kızıma biraz uzun geldi. Çünkü trende kesintisiz internet vardı. Benim gibi  online çalışanlara güzel bir imkan. Biriken tüm işlerimizi hem Prag-Budapeşte arası köyleri seyrederek, hem de internete bağlanarak temizledim.

Prag’dan Budapeşte’ye trenle geçmek, aslında tarihin içine dalmak gibi. Ama o tarihin içinde bir yandan internet de kullanabilmek, oldukça modern bir paradoksta yüzmek gibi. Tren penceresinden bakarken, Çekya'nın yeşil tarlalarından geçiyorsun, yavaş yavaş Slovakya topraklarına doğru kayıyorsun.

Budapeşte’ye çok geç bir saatte karanlıkta ulaştık. Prag’dan sonra biraz pis bir kent geldi. Otelimize gelmek için tren garından 49 no.lu tramvayı bulmak için bayağı uğraştık ama bulduk.  Otelimiz Secret Museum Otel. Odamız 1+1 daire havasında iki katlı küçük bir daire. Çocuklu aileler için tercih edilebilinir. Kahvaltısı güzel, şehir içi bir otel.

Bizim müzeye kaldırdığımız tramvaylarla tıngır mıngır 11 durak sonra otelimizin olduğu bölgeye geldik. Uzun bir yürüyüşten sonra nihayet otelimize vardık.  Yolculuk çetin, Budapeşte geceleri renkli ve kalabalıktı. Bu gece dışarı çıkmadan hemen uykuya dalmışız 

16 Eylül 2025 Salı Budapeşte’de Yahudi Mahallesi ve Tuna Nehri Kıyısındaki Yahudi Anıtı

Otelden kahvaltıdan sonra şehri gezmek için önce Yahudi mahallesinde bulunan sinagogu gezdik.  Budapeşte’nin Peşte yakasında Yahudi Mahallesi'nde bulunan Büyük Sinagog, görkemli ve yüksek bir yapı olarak karşımızda idi. Burası  Avrupa'nın en büyük, dünyanın ise ikinci büyük Yahudi tapınağı imiş,  Avrupa'nın en büyük, dünyanın ise ikinci büyük Yahudi tapınağı olarak Budapeşte’de yer alıyormuş. Gerçeği söylemek gerekirse, burayı sadece dışardan gezdik. Çünkü giriş ücreti bayağı pahalı idi.

Buradan sonra Budapeşte’nin en önemli noktası Tuna Nehri kıyısındaki Yahudi’lerin Ayak İzi adıyla bulunan alan.

Burası Yahudi izlerini çok belli eden bir yer. Daha sonra Yahudilerin burada en önemli tanıtımlarının yapıldığı Tuna nehri kenarındaki Yahudi ayakkabılarının sergilendiği alanı bulduk.  

Macar Yahudilerinin ayakkabıları...

2.Dünya Savaşı devam ederken Hitler, Macaristan'ın karşı güruhla anlaşma yoluna gittiğini fark ettiğinde ülkeyi derhal işgal etmiş.  Macaristan'ın mevcut kralının yerine ise bir Nazi general getirilmiş. Ülkedeki Yahudilerin ayak izleri bu zamana kadar birer birer siliniyorken bu tarihten sonra topluca kaybolmaya başlamış.  Öyle ki savaş bittiğinde Macaristan'da yüz binlerce Yahudi, Yahudi oldukları için öldürülmüş. .  

O yıllarda, Tuna Nehri'nin kıyısında işte bu yüzbinler önce sıraya, sonra kurşuna dizilmiş.  Bugün güzelliğiyle büyüleyen Tuna Nehri'ne birer birer düşen binlerin ayakları ise çıplak gönderilmiş,  Çünkü sahip oldukları hiçbir şeyi hak etmediklerine inanılıyormuş.  Ne nehir dibi yerine usulünce toprağa gömülmeyi ne de hadsizce sahip oldukları ayakkabıları. Bu yüzden kurşuna dizilmeden hemen önce hepsinden ayakkabılarını çıkarıp, daha sonra onları hak eden başkaları tarafından giyilmeleri için nehrin kıyısında bırakmaları istenmiş. Burası şimdi izleyenlere çok dramatik bir sahneyi gösteriyor.

Bu olanlardan seneler sonra kurbanların en azından anısını yaşatmak istemeleri üzerine Macaristan'da yaşayan oyuncu ve yönetmen Can Togay ve heykeltraş Gyula Pauer demir ayakkabıları tasarlayarak, Tuna nehri kıyısına dizmiş. 

Parlamento binasının dibine yapılan bu eser, bence yönetimlerin her an gözü önünde olmasını istedikleri bir ironi. Ama soykırım her yerde, her ülkede başka şekillerde yine devam etmekte, bundan hiçbir ülke ders almamış.

Oradan da Parlamento  binasını  ve çevresini gezdik. Sonra şehri nostaljik bir tur olan 2 no.ya binerek gezmek için tramvaya bindik. Prag’daki gibi Tuna nehrinin etrafındaki tarihi dokuyu 2 no.lu tramvayla gezebiliyorsunuz. Burayı gezdikten sonra Buda ve Peşte’yi birleştiren Zincir köprüsüne geldik, diğer adıyla Aslan Köprüsü.  

Köprüyü de uzaktan bir sonraki günlere bırakarak şöyle bir Peşte tarafından gezdik.

17 Eylül 2025 Çarşamba Buda Balıkçı Tabyası ve Zincir Köprüsü

Bugünkü turumuzu Buda Balıkçı Tabyasına gitmekle başladık. Kaleye 216 no.lu otobüsle çıktık. Sonra tabyanın  tüm etrafını yürüdük.

Buda Balıkçı Tabyası Budapeşte ve Macarların tarihi için önemli bir yer. Buradan aşağı bakınca  Budapeşte’de panoramik olarak görebiliyorsun.  Buranın karakteristik silüetini belirleyen unsurlar, Balıkçı Tabyası’nın romantik, sivri, yuvarlak kuleleri, Matthias Kilisesi ve Meydanı ile Kral Aziz Stephen’ın atlı heykeli.  Burayı özel kılan şey ise Budapeşte Manzarasını en güzel izleme noktası.

Tabyadan inince meşhur Zincir köprüsünden yürüyerek geçtik.

Buda’dan Peşte’ye Tuna’nın üzerindeki birbirinden güzel köprülerden, Zincir köprüsünü tercih ettik.  Üzerinde aslan heykellerinin bulunmasından dolayı aslanlı köprü olarak da bilinen köprünün yapımı için anlatılan ilginç bir şehir efsanesi de varmış.  Köprüyü yapan mimar eserine o kadar çok güveniyormuş ki, yapımı bittiğinde kusursuz olarak adlandırıp, halka en küçük bir kusur bile bulabilirseniz köprüden atlayıp intihar edeceğini söylemiş. Bütün şehir halkı günlerce köprüyü incelemişler ama hiçbir kusur bulamamışlar. Sonra bir gün küçük bir çocuk köprünün iki tarafında duran ağzı açık aslan heykellerine gösterip; "bu aslanların dili yok" demiş. Bunun üzerine söylenen o ki, köprünün mimarı kendini Tuna Nehri'ne atarak intihar etmiş. Gururlu adam. Ama sonra incelemişler güya dili varmış. Böylece mimar da ne yaptığını bilmiyormuş demek ki.

Bu köprülerden geçince, sadece bizim ülkemizdeki Galata köprüsünün neden böyle bir mimarı şeklinde yapılmadığı.

Yurtdışındaki en güzel köprüler, altında büyük büyük gemiler geçiyor, nedense bizim Galata köprümüz bir demir yığını. Oralara gidip bu köprüleri gören devlet büyüklerimiz (Paris’de Alexsandr Port 3, burada da Zincir köprüsü) inşallah örnek alırlar.

Zincir köprüsünden sonra yine oraya giden tramvaya binerek  şehrin balık pazarı veya mısır çarşısı görünüşlü hal adı verilen alışveriş mekanını gezdik. İki katlı bolca acı biberin satıldığı bir çarşı.

Budapeşte’nin en önemli mekanlarından biri Newyork Cafe. Halden sonraki durağımız burası idi. Çok görkemli bir binaya sadece yaşamak için girdik.

Newyork cafe, dünyanın en görkemli ve tarihi kafelerinden biri olarak kabul ediliyormuş.  O kadar şaşaalı ki, bazı insanlar burayı ilk gördüğünde “Ben yanlışlıkla bir saraya mı girdim?” diyebilir. Gerçekten de bu kafe, “Dünyanın en güzel kafesi” unvanını boşuna taşımıyor.

Bayağı kazık fiyatlarla pastalarını tattık, Hayatta bir şeyi yaşayacaksın mottosuyla yedik de. Beyoğlu'nda bir kere bile Pera Palas oteline gitmedik, buralara geldik dedim. Gider gitmez Pera Palas’da satmışım anasını, bir pasta çay içeceğim hayaliyle burada güzel bir müzik dinletisi dinledik.

Meydanda bulunan tarihi binanın etrafına renkli ekranlar kurulmuştu. Akşam buraya geliriz diye otelimize döndük.

Budapeşte Film festivali vardı. Akşam meydanda onu seyrettik ve güzel bir gül dondurma yiyerek gecemizi tamamladık.  

Prag ile Budapeşte arasındaki farklar sadece büyüklükle ilgili değil; kültürel farklılıklar da oldukça belirgin. Prag bir anlamda “sakin, hüzünlü ve kültürel bir sığınak”. Budapeşte ise “görkemli, tarihi ama aynı zamanda enerjik” bir şehir. Ama Prag, daha çok beğendiğim, Budapeşte’de bir kere görmek gereken, fazlasına gerek olmayan tipik Avrupa kenti. Gecesi canlı, İstiklal caddesi gibi canlı sokakları olan bir şehir. Gezerken şehrin meydanındaki kaplıcayı ziyaret etmeyecektik ama yerini görünce yarınki planımızı bu kaplıcaya yönelttik. Eğer kaplıca olmasaydı Budapeşte bugün komple bitmiş idi.

Bugün ayrıca Kahramanlar meydanı gezimiz rotalarından biri idi. 

Kahramanlar meydanının yanında bulunan şehir parkında biraz oturduk. Gölde yüzen ördekleri ve balıkları çantamda bulunan kuruyemişlerle beslemenin zevkini yaşadık. 

18 Eylül 2025 Perşembe Szechnyi Termal Kaplıcası

Son günden bir gün önce tüm yorgunluklarımızı atmak için şehrin merkezindeki Szechnyi Termal Kaplıcasına geldik. Metro ile bulunduğumuz yerden Opera ismi verilen durakta inince hoppp kaplıcanın kapısı.   Vorisleget şehir parkına yakın en büyük tıbbi termal banyo imiş. 15 kapalı, 3 büyük açık havuzu bulunuyor. Açık havuzlarda ise kaymalı, püskürten sulu güzel aktiviteli bölgeler var. Su sıcaklığı 28-40 arasında değişse de vücudunuzu gayet rahatlatan havuzlar.  Romatizma, eklem sorunları, kas ağrısı ve de strese iyi geliyormuş. Güzel görüntüsü de havuz içinde stranç oynayan Macar amcalar. Turistlerle iç içe ama hoş bir yer.

Çokça havuz vardı. Hepsine girdik. Saat 11’de girip, öğlen 15’de çıkınca gayet pırıl pırıl, arınmış bir şekilde otelimize geldik. Biraz dinlenip, telefon şarjlarımızı doldurduktan sonra buranın güzel yemeği olan İstanbul Kebap’da akşam yemeğimizi yiyip, film festivalinde biraz film seyredip, sonra da meşhur gül dondurmamızı alarak şehrin sokaklarını son kez gezdik..

Budapeşte’de ayak basmamış sokak bırakmayarak, her sokağı yürüyerek gezdik.  Prag ne kadar düzenli ise, Budapeşte o kadar pis ve düzensizdi.

Sigaralar kontrolsüz yerlere atılıyordu. Avrupa ülkelerinde yapılmaz denen herşey burada yapılıyor. Ondan kendimize çok yakın bulduk Budapeştelileri.

19 Eylül 2025 Cuma Türkiye’ye Dönüş

Bugün son gün. Kahvaltıdan sonra ring seferi olan 100 no.lu otobüsle havalimanımıza doğru yol aldık.

Havalimanı giriş-çıkışı çok rahat olan bir havalimanı. Prag ve Budapeşte gezilerimizde ulaşıma bir kez daha hayran olduk.

Araba kiralamak Prag ve Budapeşte için boş bir masraf. Şehrin ulaşım ağları çok rahat. Zaten büyük bir meydana kurulan bu şehirlere tepeden baktığınızda gözünüzün gördüğü alanları metro, tramvay ile gezebiliyorsunuz.

Prag ve Budapeşte için küçük tavsiyeler.

· *Sokaklar bol taşlı, muhakkak düz ve rahat bir ayakkabı giy.

· *Para birimi euro değil, Prag için Çek Kronu, Budapeşte için Macar Florini (Huff) denen para birimi kullanılıyor. Ona göre para durumunu ayarlayabilirsiniz. Ama kart alışverişi çok rahat. Bazı bölgelerde temassız kartınız geçmiyor. Şifreli alışveriş yapabilirsiniz.

· *2 numaralı tramvayı Budapeşte’de, 22 no.lu tramvayı da Prag’da dene ve şehri bir uçtan bir uca gez.

· *Tramvay ve metro biletlerini internetten önceden al. Kontrol yok deme, dürüst vatandaş nasıl olunuyor orada hissediyorsun. Herkes kontrol edilmese bile, biletlerini alıyor. Bu çok takdire şayan bir durum.

·  *Prag ve Budapeşte 5 günlük bir turla rahatça gezilebilecek bir yer. Bizim gibi kendi imkanlarıyla gezmeyi sevenler. Yaşayanların tecrübeleriyle güzel bir gezi yapabilirler. Tatilde karar vermek zordur. En çok  gotik romantizmiyle iç ısıtan Prag'ı mı sevdik, yoksa Tuna Nehri kıyısında krallara layık manzaralar sunan Budapeşte'yi mi? Prag ağır bastı bunu buradan söylemeliyim. 

Yine bir güzel yolculuğun sonu ile bir sonraki güzel yerleri görme hayaliyle gerçek yaşantımıza döndük. 

Sizlere de bu güzel gezi notlarıyla görme isteği oluşturduysak ne mutlu bize.💔



20 Şubat 2025 Perşembe

VİY'AANAAA KUŞATMASI



11-15 Şubat 2025

1. GÜN

İstanbul’dan uzun süre önce sömestr tatilinde gideriz diye planlanan Viyana gezimizde yaşadıklarımızı anlatmaya  başlamadan önce; çocukluğumdan beri süregelen ve devamlı “VİY’ ANAAAA” diye bahsettiğim bu şehrin esprisi nerden ağzıma dolandı diye şöyle bir düşündüm ve yazıma gülümsemeyle başlamak adına önce fıkramızı yayınlayarak gezi anılarımı yazıyorum. 

“Bir gün bir çocuk bilgi yarışmasına katılmış. Orada ona soru olarak “Avusturya’nın başkenti nedir” diye sorulmuş.

Çocuk da heyecan içerisinde bilemezken, arkadaşı ona sıkıca bir çimdik atınca, can acısıyla “VİİİY ANAAAAA” diye bağırınca. Doğru bildiniz demişler ve yarışmayı  kazanmış.”

Bizde bu nidalarla  Kanuni’nin torunları olarak,  11 Şubat 2025 Salı günü Viyana kapılarına dayandık.

Güzel bir uçak yolculuğundan sonra, Viyana Uluslararası havalimanına iniş yaptık. Metro, tramvay, otobüs gibi toplu taşımanın harika olduğu bir şehir bizi karşıladı.

Viyana Roma İmparatorluğu tarafından sınır savunması için stratejik bir öneme sahip olarak kurulan küçük bir şehirmiş. 

Osmanlı İmparatorluğu’nun Viyana kuşatması, Viyana tarihinde  ve Osmanlı tarihinde  önemli bir yere sahiptir. Tarih derslerinde 1. Viyana kuşatması ve II. Viyana kuşatmasını hep dinlerdik. Neydi bu kuşatmalar diye merak  ettim. Belki de tarih derslerinde sıkıcı olan konular şimdilerde ben de merak uyandırdı ve sizlerin de bilgi dağarcığınıza katkı olsun diye şuraya küçücük tarihten bir not koyuyorum. 

Şehir de yer yer Osmanlı izlerini görebiliyorsunuz. Viyana Avusturya’nın başkenti olup, dönemin hanedanı da mimari gelişmeyi çok güzel yapmış. O dönemin hanedanı (Habsburg Hanedanı & I. Ferdinand dönemi) birçok sanat eseri ve mimari yapının yapılmasını teşvik etmiş anladığım kadarıyla. Gotik, Barok, Rokoko, Neoklasik tarzlarda o kadar çok eser var ki, her dönem kendinden bir miras bırakmış şehre. En önemli kısım da tabii bu eserlerin neredeyse ilk günkü gibi korunması. 

Viyana; tahminimin ötesi güzellikteki mimari yapılarla dolu gerçekten de tam bir Avrupa şehri. Sadece önemli yapılar değil, herhangi bir sokağında karşınıza çıkabilecek etkileyici mimari eserleriyle de önemli bir dokuya sahip diyebilirim. Heykellerdeki zarafet, tüm renklerin tek renk olması şehre önemli bir hava veriyor.

Viyana’da dert edeceğiniz en son şey ulaşım olabilir. Mükemmel bir ulaşım ağına mevcut. Eğer bilmece gibi aktarmaları seviyorsanız burayı toplu taşıma ile gezmek tam da size göre. Biz çok zevk aldık. Tüm saraylara, meydanlara aktarmalarla yorulmadan ve de bomboş vasıtalarla üstelik mesai saatlerinde bile hep oturarak ulaştık.

Viyana’da beni en çok etkileyen özelliklerden biri de bu olsa gerek. Havalimanından S7 tramvay hattıyla otelimizin bulunduğu bölgeye geldik. Viyana içinde en sık kullanacağınız toplu taşıma aracı pek tabii U-bahn. Kendisine metro da diyebiliriz ama demeyeceğiz, çünkü U-bahn deyince anlık bir Almanca konuşabiliyormuş hissi oluştu ve burada ki metro tabelalarından sanki az öz Almancayı çözdüm gibi. Mesela Beta harfinin iki es sesi verdiğini bu yaşıma gelince öğrenmenin keyfini yaşadım.

Otelin bulunduğu yer Praterstern tren istasyonunda. Oraya çok yakın bir otel. Otelimizin adı Hotel Der Wilhelmshof. Viyana'nın merkezindeki tasarım oteli. Sakin bir sokakta yer alan Der Wilhelmshof isimli otelimiz, ünlü Riesenrad dönme dolabına ve Praterstern toplu taşıma merkezine 5 dakikalık yürüme mesafesinde, buraya yakın  U1 ve U2 hattındaki metrolar geçmekte. Bu da bizim her yere ulaşmamızı sağlamakta.  Tam olarak resim sanatçılına özgü, değişik tablolarla süslü,  her yere yakın hoş bir otel. Beğendik. Kalacaklara tavsiye edebiliriz. Oteli  Booking.com dan rezerve yaptırmış eşim. Sonra bir bakmış kendi sitesinde daha uygun. Hemen iptal edip, kendi sitesinden uygun fiyata yaptırmış. Her yere yakın, temiz ve kahvaltısı çok güzel bir otel.

İlk gün otelin yakınındaki tramvay ile panoromik bir şehir turu yaptık. Akşam saatlerine rast geldiği için ilk gün Viyana meydanını gezdik. Meşhur St. Stephan Katedralini gördük. İçerisi bayağı mistik bir şekilde ışıklandırılmış. Şehrin merkezinde olan ve Viyana'nın sembolü olan katedral gece bayağı ihtişamlı idi.


 Bir rivayete göre; Kanuni burayı almak istediği için, bu katedralde Osmanlı askerlerini ayaklar altına alan bir heykel varmış. Gece göremedik. Gündüz bir ara inceleyeceğiz.

Akşam yemeği tercihimizi Ferhat Döner diye meşhur olduğu söylenen bir Türk dönercisinde yaptık.  Yolu Viyana’ya düşenlerin kesinlikle denemesi gereken güzel bir mekan.

 

2. GÜN

Otelden çıkar çıkmak dün gece gezdiğimiz yerleri gündüz gözüyle tekrar  panoramik olarak tramvayla gezdik. Yazımın her yerinde söyleyebilirim tekrar, tekrar. Harika bir ulaşım ağı var Viyana’da. Ulaşımına bayıldık. Yollarına hayran kaldık.

Daha sonra buranın en büyük saraylarından Schönbrunn Sarayına (okunuşu Şörnburun sarayını) vardık. Viyana coğrafi konumu ve çoğu imparatorluğuna yıllarca başkentlik yapmış olmasından dolayı gerek mimari, gerekse kültürel açıdan Avrupa'nın en güzel şehirlerinden biri gerçekten de. Şehir merkezi içinde bir sürü saraylar olması da burayı cazip kılıyor.  Burada bulunan ve Habsburg hanedanının izlerini taşıyan eski kent merkezi ve Schönbrun Sarayı Avusturya devletinin başvurusu üzerine Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü tarafından dünya kültür mirası olarak kabul edilmiş. Sarayın en güzel yeri çok büyük bahçeleri. Kış dolayısıyla harika bir yürüyüş yapsak da, yaz aylarında ağaçların yeşilliği, çiçekler ile görülmeye değer bir köşe gibi

Daha sonra yine ikinci bir saray olan Habsburg İmparatorluk sarayına gittik. Burada kelebeklerin olduğu bir bahçe vardı. Gezemedik. Ama hikayesini okuduk. Sizde giderseniz kelebeklere düşkün iseniz burayı gezebilirsiniz. 

Belvedere Sarayı bugünkü 3. Saray gezimizdi. Hepsinin ortak özelliği çok güzel bahçelerinin olması.

Sarayları gezip, bahçelerinde derin nefesler aldıktan sonra yine favori mekanımız tramvaylarla aktarmalı olarak Rathaus meydanına geldik. Burada bulunan Belediye binası eski ve güzel bir yapı. Ama fiziksel güzelliğinin yanı sıra yıl boyunca farklı aktivitelere ev sahipliği yapması yönünden de burası şehrin en önemli noktalarından imiş. Rathaus konsept olarak olmasa da merkezilik açısından İstanbul’un Taksim’i veya Saraçhanedeki Belediye binası gibi. Gün içerisinde devamlı önünden geçiyorsunuz. Bizim belediye binasının önüne de  kış aylarında buz pateni pisti kurulsa, süper olmaz mıydı? E bu Rathaus’ta ki buz pateni tam da biz ordayken kurulduğu için göremeden edemezdik. Buz patenine gidenleri gıpta ile seyredip, bizde lüks olan bu aktivitenin burada sıradan olduğunu görünce hayıflanmadım değil. Güzel güzel buz pateni yapanları sadece seyrederek, görüntüler alarak oradan ayrıldık.

Bu arada tatlı yemek istediğimiz için meşhur Cafe Central pastanesine gittik. Burası Viyana’nın meşhur bir tatlı köşesi imiş.

Uzun bir kuyruk bekleyerek, içeri girdik. Buranın meşhur tatlısı Elmalı strudel (Apfelstrudel) yani elmalı turta, tarihi çok eski olan bir Viyana tatlısı.  Habsburg İmparatorluğu sayesinde 17. yüzyıldan itibaren popülerleşmeye başlayan bu elmalı tatlı, imparatorluk genişledikçe şu an sınırları Avrupa'da olan pek çok ülkenin de geleneksel tatlılarından biri haline gelmiş.  Bana göre milföye elma sar ye. Beni çok açmadı onun yerine çikolatalı tatlıyı yemeyi tercih ettim.

Ekşi elmadan yapılıyormuş, bu nedenle de Viyana’nın özel bir tatlısı olarak anılıyor.

Tatlımızı da yedikten sonra hemen şarjlarımızı doldurmak ve biraz da dinlenmek üzere otelimize geri döndük. Aramızda 2 saat fark olması burda bana avantaj sağladı. Bilgisiyarım yanımda olduğu için hem işyerimin önemli işlerine bakabildim, hem de acele olarak gezi notlarımızı yazmaya başladım. 

Bugün ki yemek tercihimizi Mc Donald's dan yana kullandık. 

3 GÜN

Bugünkü gezi planımız şehir merkezindeki önemli yerleri ve tatları keşfetmek. İlk önce Viyana’nın Hundertwasser Evi. Renkgarenk bir bina. Buranın tasarımı Avusturyalı sanatçı Friedensreich Hundertwasser tarafından yapılmış olan bir apartmanmış. Ancak gerçekten de güzel ve ilginç bir tasarım.

Landstrasse'deki Hundertwasserhaus (Yüzsular Evi) Kegelgasse bulunmakta. İlginç mimarı görünümlerle bezeli olan bu ev veya sanat evi Viyana Belediyesi tarafından halkın seyrine açılmış.  Diğer evlerden en büyük farkı binanın hiçbir yerinde düz öğe kullanılmamış olması ve dış yüzeyinin rengarenk olması buraya turistik bir hava kazandırmış.

Mimar Joseph Krawina tarafından planlanmış ve asıl işin sanat yönünü yapan Friedensreich Hundertwasser tarafından hayata geçirilmiş ve bir sürü  ağaçlar ile  terasları yeşillendirilmiş bina, her yönü ile ilginç bir yapı
Viyana’nın bende uyandırdığı en önemli şeylerden  biri binaların dış cephelerindeki mimari sanat, diğeri de heryere kolaylıkla ulaşım sağlayan tramvay ve metro ağları.

Her evin hala eskisi gibi estetik olması, yenilerinin de onlara adapte olacak şekilde yapılması.

Daha sonra meydanda bulunan Veba heykelini ziyaret ettik. 1679 yılında kenti kasıp kavuran son büyük veba salgını sırasında kenti terk eden imparator I. Leopold, salgının sona ermesi hâlinde bir veba anıtı adamış, veba salgını bitince de bu heykeli şehrin meydanına dikmiş.

Yani şehir mimarlığı burada  uç noktada.

Daha sonra yine tramvaya binerek meşhur Viyana vals ve operaların olduğu Opera binasını ziyaret ettik.

Viyana'yı Viyana yapan en görkemli bina burası deniyor. İçeriyi gezemedik ama özellikle opera binasının mimari yapısını bile incelemek; operayı izlemek kadar sizi mest edebiliyor insanı.

Viyana valsi de en sevdiğim estetik danstır. Viyana valsi, dansçıların sürekli olarak liderin sağına (doğal) veya soluna (ters) doğru döndükleri, aralara dönüş yönleri arasında geçiş yapmak için dönmeyen değişim adımları serpiştirilmiş bir döner dansmış. Söylediklerine göre Almanlardan geçen bir dansmış ama burada estetik kazanmış bence. 

Daha sonra Viyana'nın meşhur sokaklarında gezdik.  Buranın en önemli unsurlarından biri olan Demel Pastanesinin keşfine çıktık.

Viyana’nın ikonik tatlı adresi Demel Pastanesi’nde Kaiserschmarrn lezzetini tadın ve büyüsüne kapılın  diye yazılanlara aldanıp, büyüyü bozduk. Rezalet bir tat.  1786’dan beri tarihe tanıklık eden Demel, sadece Avusturya mutfağının değil, kraliyet sofralarının da vazgeçilmez tatlılarındanmış. Aynı zamanda İmparator Franz Joseph'in favori durağı olan bu pastanede, Kaiserschmarrn gibi kraliyet tatlılarını yerinde denemek istedik. Kraliçe’nin gizliden Demel’den tatlı getirmesinde bir iş vardır dedik.  Demel'e girişte sırada beklememek için sabah erken saatlerde gitmek veya paket servis penceresini kullanmak tatlıya daha çabuk ulaşılabildiğini söylediler.   Aman keşke ulaşamasaydık bu tatlıya. İnternette yazılanları şiddetle reddediyorum. Rezalet bir tatlı tek kelimeyle.

Tarifi benim gözümde şöyle, yani evde krep yaparsınız da hamuru bir türlü pişiremezsiniz, amaan böyle kalsın diye karıştırın gitsin. Hatta pişmeden hamur çiğ kokusu ile çıkarın üzerine de evde kalmış erik marmelatınızı boca edin. Görünüş önemli değil, çarpuk çurpuk. Alın size meşhur Viyana tatlısı. Yazık, Beklenen kuyruğa, verilen paraya.

Daha sonra Aziz Stephan Katedralinde Kanuni Sultan Süleyman’ın Viyana kapılarına dayanmasına içerleyen askerlerin, Osmanlı askerini ayaklar altına aldığı heykeli aradık bulduk.

Burayı dolaşırken de en önemli izlenimim. Binaların harika dış cephe tasarımları. Eskiden İstiklal caddesinde binalarımız ne güzel, turistler buraları görmeli derken, zaten Avrupa'daki tüm binalar İstiklal caddesinin bin katıymış. Gezip görmekle bunları Avrupa şehirlerinde daha iyi anlıyorsunuz. 

Bina siluetleri, ulaşımları ve binalarıyla güzel bir şehir. Yazımı gün gün yazdıkça belki bütününde bu kelimeyi çok sık kullandığımı göreceksiniz.

Bugün ki yemek tercihimiz. Meşhur pizzacı diye rezervli geldiğimiz bir Praterstern yakınlarında bir yer. Herzaman ki gibi Margarita pizzalarımızı yedik. Ama hiç beğenmedik. Üstelikte çok dolu. Rezerv yapmadan yiyemiyorsunuz. Yapmasaydık bilemezdik.  

4. GÜN

Bugün, önce otel çevresinde bulunan tüm market Lidly, Aldi, Penny, Billa isimli bilumum marketleri keşfe çıktık. Küçük bir alışverişten sonra Viyana’nın Müzeler (Museumsquartier) Bölgesi denen özel bir bölgesine geldik. Yine buraya tramvay güzergahında çevre gezisi yaparak geldik. Daha sonra önerilen Çerkez dayı  heykelini keşfe çıktık. Çerkez dayı heykeli Viyana da bir binanın köşesine yapılmış küçük bir heykelmiş. Hikayesi de; 1. Viyana kuşatması sırasında, burayı almaya gelen Osmanlı askeri olan bir yeniçeri. Çok büyük kahramanlıklarla buraya gelmiş gelmesine de, bakmış ki arkasında kimse yok. Yiğitçe çarpışmış ve burada şehit düşmüş. O zamanın imparatoru bu düşman da olsa çok çarpıştı. Bu kahramanlıklarından dolayı şuracığa bir heykelini dikelim demiş. Yüce gönüllülük. Sağolsun bizlerinde orada ruhu şad olsun dememize sebep oldu. 

Çerkes dayının gezisinden sonra Donau Zentrum alışveriş merkezini gezdik. Burası Viyana’nın en büyük alışveriş merkezlerinden biri imiş. Nerdeyse karşıdan karşıya geçmenize gerek kalmadan tüm alanı kaplayan bir mekan. Türklerin de en çok uğrak yerlerinden biriymiş. Sadece burayı görmek için güzel bir tren yolculuğu yaparak gezdik. Daha sonra da açık hava meyve, sebze ve et (Naschmarkt) pazarını gezdik. Buradaki satıcıların biraz yılışıkca seslenişi beni Türk veya Arap olmalarından dolayı üzdü. Neden böyle bir milletiz, neden hemen müşteriye böyle ifadeler yapıyoruz onları anlamıyorum. 

Ferhat Döner de yine bu gece ki yemek seçimimizdi. Gerçekten de Viyana ya gelen herkesin kesinlikle  döner menülerini denemesi gerekmektedir. Çok lezzetli ve ustaca yapılmış bir yer.

5. GÜN

Bugün otel çevresinde kısa alışveriş turlarından sonra, otelimizin güzel kahvaltısını yaparak saat 11.30'daki trenimizle Havalimanına doğru yola çıktık. 

Viyana’dan unutamadıklarımız,

  • Seçtiğiniz süreye göre önceden biletinizi alıp, haftalık olarak aldığınız bu biletle metro, otobüs ve tramvaylara  binebiliyorsunuz. Biletinizi almanız önemli, kimse kontrol etmiyor ama kontrol ettiklerinde almazlarsa yüksek ceza uyguluyorlarmış.  Bu da yüksek güvenilirlik. Gerçekten de ulaşım müthiş rahat.
  • Tüm binaların dış cephelerinde güzel ahenkler. Harika heykeller. Güzel binalar.
  • 3 gün yeterli bir şehir. Planınızı güzel yaparsanız yeterli
  • Ferhat dönerde muhakkak döner yiyin.
  • Meşhur Viyana valsini seyredemedik. En yakın zamanda Türkiye de bir vals izlemeye gideceğimize eşimle karar verdik. Bilindiği üzere vals Viyana’ya ait bir danstır. Viyanalı bir meyhanecinin oğlu olan Johann Strauss çiftlerin  dönerek yapılan bu ahenkli dansı dünyaya duyurmuştur.
  • Uluslararası araştırma şirketi Mercer'in her yıl yayınladığı yaşam kalitesi araştırmasında Avusturya'nın başkenti Viyana üst üste 9'uncu kez dünyanın en yaşanılası şehri seçilmiş. Kiraların uygunluğu, fiyatların ödenebilir olması tercih edilen şehirler arasında. 

İşte böyle güzel bir yolculuk sonrası,

Viyana’da bıraktık bizler de hoş bir seda,

Döküldü dudaklarımızdan Ey Viyana ELVEDA.