24 Kasım 2021 Çarşamba

MÜNİH'TE 3 GÜNDE NELER YAPILIR?

3 günlük apar topar bir Münih ziyareti yapalım dedik ve doktorasını yapan oğlumun yeni memleketi, yeni evi diyerek küçük bir iadeyi ziyarette bulunduk.



Onun için Münih'te kalınacak yerler linki veremiyorum. Link Oğlumun evi. Germering kasabası, trene yakın, güzel bir öğrenci evi.

Siz bu yazımda, Münih'te nerede kalınacak yerlerini ne yazık ki bulamayacaksınız. Misafir ol git oğluma, börekler açar sana diyemeyeceğim, öğrenci evi, siz yolunuz düşer de bu yazıyı okudum da size bir merhaba diyeyim derseniz, bir kahvesini içersiniz, başının üzerinde yeriniz olacaktır.




İstanbul'dan Münih'e 2 saat, 40 dakika süren bir uçak yolculuğundan sonra, belgelerimiz elimizde, uzun ip belimizde diyerek polis kontrolünden ummadığımız şekilde kolayca geçtik. Aşı kartları, davet mektubu, bir de bilgi giriş formları doldurma işlemini dosya halinde sunarsanız herhangi bir problem kalmıyor.

Europcar'da kiraladığımız araç ile Germering kasabasına doğru yola çıkmadan önce, Münih'te panoramik bir tur yapmak istedik. Burası için araba kiralamak gerekli miydi? Aslında çok da gerekli değildi belki, ama bizim günümüz az olduğundan ve ilk defa ne ile karşılaşacağız bilemediğimizden o araç kiralanacak dedik. Tren ve metro ile şehrin merkezlerine ulaşmak daha kolay olduğundan, tren yoluna yakın bir bölgede konaklarsanız, arabaya hiç ihtiyacınız olmayacaktır. 
Günlük aile biletleri alırsanız, ulaşımınız size daha da uyguna gelecektir.

1. GÜN

Münih, Almanya'nın Bavyera eyaletinin başkenti olduğundan gerçekten de güzel bir şehir. Havalimanından arabayı teslim alır almaz, Münih içerisinde araç ile panoramik bir tur yaptık. Dediğim gibi araç park yeri merkezde bayağı sorunlu. Ama rahatlığına da laf olmaz.

Panoramik turdan sonra bir yere park ederek, meydanda ki simgesel ve hoş binaları, kiliseleri ve gezebilecek diğer noktaları planladık. Münih şehir merkezi güzel kiliseler, tarihi binalarla çevrili bir tam gününüzü alabilecek bir yer. İşin içine alışveriş yerlerini de gezeyim derseniz, tam 2 gününüzü buraya ayırabilirsiniz. Meydanın tam ortasında, 1638 yılında Meryem Ana sütunu yani Mariensaule dikilmiş. Meydan ismini buradan almış diyorlar.



Marienplatz denilen Münih Meydanında beni ilk cezbeden tarihi giriş kapısı ve Belediye Binası.

Videolarımda buralarla ilgili tarihçe anlatımında oğlumdan faydalandım. Gerçekten de güzel hikayeleri olan meydan ve binalar.

Biraz panoramik gezi yaptıktan sonra, kalacağımız yer olan Germering'e doğru yola çıktık. Germering'te Münih'e 20 dakika mesafede güzel bir yerleşim yeri. Orda bavullarımızı indirip, bir dinlenme, yeme içme, ihtiyaç molasından sonra sırt çantalarımızla ve bu sefer tren ile Münih meydanına yeniden geldik. S8 Germering tren istasyonundan, Münih meydana giden trenimizin numarası. Marienplatz'a direkt bu hatla ulaşabiliyorsunuz. Bilet kontrolü yok ama kimse bilet almadan binmiyor. Yüksek güvenilirlik.

Marienplatz meydanı. Münih'te ilk gezilebilecek, alışveriş yapılabilecek, güzel simgesel binaların olduğu kalabalık ve hoş bir meydan.

Marienplatz'daki görkemli belediye binası çok hoşuma gitti. Bu belediye binasında çalışmak ne hoş olurdu. Otantik bir bina. Binanın adı Neues Rathaus.


Belediyeden çok, müzeyi andıran bir bina. Türkçe'de Yeni Belediye Sarayı anlamına gelen 'Neues Rathaus' adıyla anılan ünlü binanın içinde, yönetim birimlerinin kullandığı oda ve salonların yanı sıra, zemin katında turizm danışma bürosu ve restoran da bulunuyormuş. Üst katından da panoramik olarak meydanı izleyebiliyormuşuz. Akşam saatine denk düştüğümüz için yukarıya çıkamadık.


Rathaus’un diğer bir önemli yanı ise Glockenspiel. Her gün saat 11:00’de gerçekleşen gösteriyi yaz aylarında 12:00 ve 17:00’da izleyebiliyormuşuz. Muşuz diyorum biz izleyemedik. Sadece okuduklarımızdan gördük. Binadaki saatte 43 tane çan, 32 tane de figür bulunuyormuş. Ayrıca, üst kısımda birbiriyle savaşan figürler bulunuyor. Çanların çalmaya başlamasından sonra buradaki savaşan figürler dönmeye başlıyormuş ve bu gösteri çok görkemli bir şekilde devam ediyormuş. Biz o saatine rast gelemediğimizden bu gösteri hakkında bilgi bu kadar. Ama seyredenler çok güzel olduğunu söylüyor. Zaten binanın kendisi görkemli. Çok beğendiğimi bir kere daha ifade edebilirim. Bizim belediye binalarımıza da böyle bir dizayn yapılabilinir.




Burada yürürken, Altes Rathaus'un hemen yanındaki bu Juliet heykelinin sağ göğsünün aşındığını gördük. Yine İtalya'da gördüğümüz Juliet heykelindeki hikayedeki gibi bu göğsü tutarsanız dileğiniz gerçek oluyormuş. Sadece baktık, bugüne kadar bir sürü böyle batıl inançları yaptık olmadı deyip, heykeli kendi halinde bıraktık.

Heiliggesitkirche, Viktualenmarkt’ın hemen yanında bulunan bir kilise vardı. Kilise 14.yüzyılda inşa edilmiş gotik kiliselerden biri imiş. 2.Dünya Savaşı’nda ağır hasar aldıktan sonra 1991 yılında özellikle iç kısmı son halini almış. Şaaşalı güzel bir kilise.

Bu yürüyüşün sonunda güzel bir meydan pazarı var. Viktealenmarkt. Bizim Beyoğlu Balık pazarı veya Eminönü Mısır Çarşısı tadında bir pazar.

Viktualenmarkt, Marienplatz’a gitmişken gezi programına almanız gereken yerlerden biri. St.Peterplatz’ın tam karşısında bulunan açık bir pazar. Hediyelik eşyadan çiçeğe, peynirden et ürünlerine kadar birçok şey burada mevcut.




Her zaman kalabalık olmasına rağmen saat 20:00 gibi buraların kapanmaya başlaması bizleri şaşırtıyor. Oysa turist yoğunluğu var. Halkla alışsa gider. Ama Alman disipliniyle her yer akşam sekiz gibi kapanıyor. Pazar günü de böyle her yerler kapalı imiş.

Bu pazardan ayrıldıktan sonra, uzun bir Münih Meydan yürüyüşünden sonra tren ile Germening'e döndük.

2. GÜN

Sabah erken kahvaltıdan sonra Germering'de bulunan Aldi, Lidly, Rewe gibi 3 büyük marketler zincirinin içini gezdik. Zamanımız az olduğu için dönerken neler alabiliriz yakınlarımıza diye durum ve fiyat tespiti yaptık. Fiyatlar buraya göre iyi, Türk parasına çevirince vay anasına diyebilecek kadar da kötüydü.

Ama parayı sadece birim olarak düşünüp, kafamızdaki matematiksel dönüştürücüyü reset ederek, sadece bir Almanmış gibi düşünerek alışverişlerimizi tamamladık.

İkinci günümüzü İngiliz bahçelerine ayırdık. Gerçekten de Almanya'da Fransız bahçelerinden esinlenerek yapılmış bahçe, saray ve alanlar çok güzel bir görsellik kazandırmış. Ama İngiliz bahçesi deniyor. Orayı anlayamadım. 

Bizimle kıyaslarsanız en güzel yanı, şehrin ortasında herkesin hemen ulaşabileceği park yerleri olması. Bizde Gülhane parkı dışında, şehrin içinde böyle yapılara ulaşmak biraz zor.

Önce yapım hikayesini dinleyince, bir ana olarak, oğlan doğurdu diye karısına saray yaptırıldığını duyunca hayıflanmadım değil. Valide sultanlardan, İngiliz kraliçelerinden, Alman soylularından tutun da eski zamanda herkes karısına ya çeşme, ya saray yaptırıyormuş. İçlenmedim değil hani.



Nymphenburg Sarayı, 1664 senesinde Ferdinand Maria tarafından eşi Adelheid von Savoyen'e oğlu Max Emanuel'in doğumu dolayısı ile hediye olarak yapımına başlanmıştır. 1918 yılında gerçekleşen devrim ile saray kamu malı haline gelmiş ve Wittelsbach ailesine oturma hakkı verilmiş. Etrafı Fransız bahçelerini süsleyen bir dizaynla çevrelenmiş. Fransız bahçeleri düzenli oluyormuş, İngiliz bahçeleri doğal.

Buradan tekrar meydana yakın yerde bulunan, Odeon meydanı denen bir meydana geldik. Bu meydana bayıldım. Binalar çok görkemli.

Odeonplatz Münih’in görülmesi gereken meydanlarından biri gerçekten de. Theatinerkirche’nin yanı sıra Feldherrnhalle de bu meydanda bulunuyor.   Feldherrnhalle, Bavyera ordusunun onur sembolü imiş. Burada askeri liderler Johann Tilly ve Karl Philipp von Wrede’nin heykellerini yapmışlar. Hitler ordusunun ve Bavyera ordusunun karşı karşıya geldiği yer olmasından dolayı da tarihi öneme sahipmiş bu meydan...


Saint Peter Kilisesi Marienplatz’ın hemen karşısındaki Petersplatz’da bulunan bir kilise. Şehrin en güzel kiliselerinden biri. Kilise aynı zamanda Münih’in en eski kilisesi olması özelliğini taşımaktadır. 11. Yüzyılda inşa edilmiş ancak daha sonra yangında hasar görmüş ve yeniden inşa edilmiş. Sadece kulesi orijinal haliyle bugüne gelmeyi başarmış.

Odeon meydanındaki en beğendiğim yapılardan biri de Theatinerkirche kilisesi. Bence Münih’deki en muhteşem kilise. Sebebi ise tamamen beyaz olması. Genellikle ihtişamlı olan kiliselerin aksine bu kilise ihtişamını sanırım sadelikten alıyor. Bakmaya doyamayacağınız güzellikteki heykeller, süslemeler gerçekten bugüne kadar gördüklerimin en iyisi.. 1663-1690 yılları arasında İtalyan mimarlar tarafından Roma’daki Sant’Andrea della Valle kilisesinden esinlenilerek yapılmıştır.







Yine bu meydanda Cuvilles Theater var imiş, burayı görmeden, tiyatro seyretmeden dönmeyin deseler de vakit darlığından görmeden döndük. Ama oğlum burada Kuğu gölü oyununu seyredecekmiş. Bize hava attı. biz de onun yolladığı resimlerden ancak görebileceğiz.

1751-55 yılları arasında Maximillian Joseph III tarafından yeni tiyatro olarak yaptırılmış. Başlangıçta sadece mahkeme üyelerine hizmet vermiş. Başta Mozart’ın Idomeneo’su (1871) olmak üzere bir çok esere ev sahipliği yapmış. 18 Mart 1944’te imha edilmesinin ardından 1945-1951 yılları arasında yeniden inşa edilmiş. Biz resimlerde ve dışarıdan görerek yetindik. Siz gidin iyi olur.





Maximilinstrasse Münih’in en önemli caddelerden biri. En ünlü markalara da ev sahipliği yapan cadde, Residenz Muzeum’a oldukça yakın bir konumda bulunuyor.

1852 yılında yapımına başlanan cadde mimar Georg Friedrich Christian Bürklein'in eseri imiş.
 Max-Joseph-Platz’ta başlayıp Isar’a kadar uzanıyor, biz hepsini gezebildik mi.. Hayııır.

Yolun sonunda güzel Englischer Garten bizi karşıladı. İsar nehrinden akan nehirde artistik gösteriler yapan  sörfçüleri gördük. Bu bahçe ise tam bir harikaydı.




Bence Münih’in en en en mükemmel yeri burası. Uçsuz bucaksız yeşillik, ortadan geçen sakin bir nehir, her yerde dolaşan çeşitli hayvanlar... Yaşadığınız şehirde bundan başka ne isteyebilirsiniz ki?

English Garden’ın bir köşesinde nehrin akış yönüne bir set koyup dalga yaratmışlar ve burada inanılmaz bir keyifle sörf yapıyorlar.

Gençlerin buz gibi suya sanki yazdan kalma bir gün gibi atlaması sizi durduğunuz yerde üşütüyor. Ama üzerindeki dalgıç kıyafetleriyle onlar bunu zevkle yapıyorlardı.

Odeonplatz’a gitmişken hemen yanındaki Hofgarten’a uğramak güzel olurmuş ama orayı fazla gezemedik.

English Garden'den dönerken Münih’te kalan 3 şehir kapısından biri Isartor... 2.Dünya Savaşı’nda zarar gördüğü için orijinaline bağlı kalınarak restore edilmiş. İsmini Isar nehrinden alan kapı, bir müzeye bir de kafeye ev sahipliği yapmaktadır. Sadece dışardan baktık. Oğlumdan bilgi aldık. İçini gezmeye vakit bulamadık. Çünkü artık gün bitmiş, teletabiler evlerine dönmeye başlamıştı.

Biz de S8 trenimize Münih meydanından bindik ve Germering istasyonunda inmek üzere yola koyulduk.

Bugünkü yürüyüş 25000 adım yani 15 km imiş. Ayaklarıma kara sular mı inerek, yerimden artık kalkamayacağımı zannederek, kısaca pelt bir şekilde evimize döndük. Meydanda güzel tavuklu bir salata yediğimiz için karnımız çok acıkmamıştı. Ama eve gelince acıktık mı ne diyerek güzel bir akşam çorbasıyla günü sonlandırdık.

3. GÜN

Almanya deyince akla Nazi'ler. Nazi deyince akla işkenceler gelir. 3. günümüzü insan soykırımını derinden hissedilebileceğimizi sonradan anlayacağımız Dachau'ya ayırdık. İçimiz acıdı, kızdık, hatta buraya para almadan gezeceksiniz dediklerinde, bu günah çıkarma mı acaba diye insanlık ayıbı olduğunu düşünerek gezdik. Dachau gaz odalarıyla, insanların yakıldığı fırınlarla, 2000'e yakın kurulan barakalarla ve her milletten insanın tıka basa yaşadığını sandığı (yaşamaksa) bir yer.




Dachau... Alman ayıbı... İnsanlık dramı... Tüm gün sadece burayı gezebildik.

"Hayat Güzeldir”, ”Schindler’in Listesi”, ”Piyanist”,
"Çizgili Pijamalı Çocuk"

Bu filmler bize Nazi Almanya'sının gerçek hikayelerini anlatan filmlerden birkaçı. Burayı gezdikten sonra, bu filmleri tekrar izlemeye karar verdik. Burası gerçekten içimize dokundu ve gerçek olduğunu bildiğimiz için çoğu yerinde gözlerimiz doldu..

Burayı gezdikten sonra söyleyebilirim ki evet, moral bozucu bir gün, ama bir o kadar da bilgilendirici bir gün oldu.

"Arbeit Macht Frei" – "Çalışmak Özgürleştirir"




Böyle yazıyor Dachau Toplama Kampının giriş kapısında.
Tabi bu, buraya getirilen insanlara ve tüm dünyaya söylenen koca bir yalan. Dachau ve Dachau örnek alınarak yapılan tüm toplama kampları ağır insanlık suçlarının işlendiği yerler.

Dachau çalışma kampı. Almanya'nın savaşı bitirmesinden sonra 1933 yılında kurulmuş. Burasının diğer kamplara göre en önemli farkı diğer kampları oluşturmak için kullanılan model toplama kampı olmasıymış.



Sanmayın ki Dachau çalışma kampına sadece Yahudiler getirilmiş. Almanların Yahudileri yaktığı yer gibi sanılsa da oradaki tutuklu listesinde büyük bir tehdit olarak görülen komünistler, sosyal demokratlar oluşturuyormuş. Sonrasında devlet adamları, din adamları ve arı ırkı yaratmak için tüm Yahudiler.

Kampa ulaştığınızda içeri girmeden sol tarafta sesli rehberleri alabileceğiniz bir alan mevcut. Onun dışında kampa giriş için ekstra bir ücret alınmıyor. Kamp rehber eşliğinde de gezilebiliyormuş. Acaba Türkçe de var mı diye merak etmiştim. Sesli rehberde Türkçe seçeneği de mevcutmuş. Biz daha çok oğlumda bulunan Münih tanıtım kitabından ve oradaki eserlerin altındaki yazılardan ağır ağır iyice okuyarak gezdik.

Kapıdan kampa girdiğinizde, hemen önünüzde apaçık koca bir alan mevcut. Sağ tarafta şu anda müze olan kısım ve hapishane, sol tarafta ise önceki haline göre birebir yapılmış 2 koğuş bulunuyor. Bu koskoca açık alan toplama kampındakilerin her sabah ve her akşam, her hava şartında yaklaşık 1 saat sayım için beklediği alanmış. Bazı zamanlar sayım için burada ölüleri de sıraya dizerlermiş. Eğer olması gereken sayıdan daha az sayı çıkarsa buradaki bekleme süresi bir kaç saati buluyormuş. Böyle durumlarda güçsüz düşüp bayılanlara diğerlerinin yardım etmesi yasakmış. Onun için, hasta tutukluların çoğunun, hava koşullarından dolayı beklerken orada yıkılarak ölürlermiş.

Dachau Toplama Kampında gözlem kuleleri ve elektrikli tellerle çevrili alandan dolayı kaçış tamamen zormuş.

Kampta bunlar yaşanırken kamp yöneticileri ve hükümet, tepki toplamamak için burada hayatın normal olduğu üzerine, yalan üstüne yalan uydurmuşlar.

Buradaki insanları halka birer böcek, kurtulunması gereken haşaratlar olarak gösteriyorlarmış. Bir bakıma kötü insanları ‘yola getirme’ ve topluma yeniden kazandırma kampı gibi gösterip, halkı kandırmak için ise kamp fotoğrafları yayınlıyorlarmış.

23 Türk de bu kampta hayatını kaybedenler arasındaymış. Kampa getirilenler arasında da bir hiyerarşi söz konusuymuş. Herkes aynı formaları giymek zorundayken insanları birbirinden ayırt edecek bazı işaretler de elbiselerine dikiliyormuş. Eş cinseller için pembe, asosyaller için siyah gibi.

Hapishane olarak kullanılan kısımda, burada bir süre kalıp kurtulmuş olanların sözlerinden alıntılar mevcut.

Bu sözlerden birinde şöyle yazıyordu: ”Sadece 4 günde bir kez sıcak yemek, onun dışında su ve biraz ekmek veriliyor. Yemek içinse sadece kap ve kaşık, başka hiç bir şey yok. Çatal yok, bıçak yok, temizlik için hiç bir şey yok. Yok yok!” Koğuşlarda ranzalar 3 katlı. Her bir yatağın yanında banyo eşyalarının asılması için ufak bir çengel, yatakların yanında masa ve sıralar var.


Barakalara yerleştirilen insanlar da bir hiyerarşiye göre yerleştiriliyormuş. Alman olup suçlu olanlar ön barakalara, Yahudiler en arka barakalara gibi.

Buradakiler arasında din adamları da olduğundan içeride bir kilise de var.

Alanın arkasına doğru Krematorium binaları var. Önce 2 tane fırın varken, yeni bir binaya 4 fırın daha yapılmış. Tabi bu fırın binalarını kim yapıyor dersiniz? Tabi ki burada çalıştırılan insanlar.

Buradaki Gaz odasının kullanılmadığı en azından bu yolla çok insanın öldürülmediği söyleniyor.

Burası büyük insanlık suçlarının işlendiği yerler. Bilimsel deneylerde bile burada çalıştırılan insanlar kullanılıyor. Herhangi bir uçak kazasında pilotun soğuk suda hipotermi geçirme deneyi için yaklaşık 60, düşük basınç deneyi içinse 70 kişi ölüyor mesela. Alman biliminin ilerlemesinin böyle kamplar sayesinde olduğunu duyunca kafamda soru işaretleri oluşmadı değil. 

Kampta resmi olarak 30.000 kişinin öldüğü biliniyor. Ama tabi ki kayıtlara yansımayanlarla birlikte tam bir cinayet kampı olduğu kesin.







Dachau Toplama Kampından Sonrası, 1945 yılında Amerikalılar kampa geldiğinde yaklaşık 2000 cesetle karşılaşıyorlar. Hastalıktan ve kötü şartlardan bir o kadar kişi de kurtarıldıktan sonra ölüyor.

Bir tutuklu burası için şöyle demiş: ”Tanrı’nın olmadığı yer.”
Kampta burada ölenler anısına bir çok anıt var. Anıtlar arasında kimliği bilinmeyen bir tutuklunun küllerinin saklandığı bir mezar da göreceksiniz.
Kısaca Almanların tarihlerinden utanmaları gereken bir devir.

Her ne kadar günümüz tıp bilimine olumlu katkılarından bahsedilse de, bu yapılanların insanlık suçu olduğu gerçeğini değişmez. O insanların yaşadıklarını, çektikleri acıları tahayyül edebilmemiz ne yazık ki mümkün değil. Alman bilimi şimdilerde aşıyla daha da önemsense de, bunları görünce daha neler oldu acaba diye düşünmekten kendimi alamadım.

yakılan küllerden yapılmış bir mezar yeri


Burayı gezmek yazıları okumak tamamıyla 4-5 saatimizi aldı. Yarın yola çıkacağımızdan dolayı biraz erken eve geldik.

Güzel bir akşam yemeğinden sonra, oğlumun Almanya'ya ilk geldiğinde 1 yıla yakın evinde kaldığı bir ailenin çay davetini kabul ettik. Münih'te ev arayan öğrencilere kendi evlerinin sıcaklığını hissettiren bu kişiye, öğrencilere yapmış olduğu yardımlardan dolayı teşekkür ettik. Güzel sohbetlerin ardından, bavullarımızı toplamak üzere evimize döndük. Yarın sabah erkenden havalimanına gitmemiz gerekecekti. Akşamdan her şeylerimizi hazırladık.

4.GÜN

Her güzel şeyin biteceği gibi, amaç sadece oğlumun yaşadığı yeri görmekle başlayan yolculuğumuz, onun bize hazırladığı 3 günlük gezi güzergahıyla bir çırpıda bitti. Havalimanında yine hiçbir zorluk yaşamadan pasaport kontrolünden geçerek uçağımıza yerleştik.

Geride, gezdiklerimiz gördüklerimiz bir de evlat hasretimiz kaldı. Ama onun mutlu ve de tek başına bu gurbet ellerde tüm işlerini başardığını görünce sadece gurur duyduk.