AVRUPA SEYAHATİ
Gezilen Şehirler
Roma, Floransa, Pisa, Paris, Amsterdam
14 Ağustos 2014 - 1.gün
Uzun
zamandır planladığımız Avrupa seyahatimiz sonunda gelip çattı.
Günler öncesinden
ayarladığımız çantalarımız ve rezervasyonlarımızla, hep beraber Sabiha Gökçen
Havaalanı’na Pegasus Roma uçağımıza
binmek için evden çıktık. Sadece el bagajımız olduğu için ve Gökhan'ın daha
önceden check-in yapması sayesinde hiç beklemeden makinelerden biletimizi alıp
pasaport kontrolünden geçtik. Uçuş saatimiz 12.05 olarak gözükmesine rağmen daha
kapılar 12.05de açılıyor ve uçağa biniyoruz. 40 dakika sonra pistten
havalandığımızdan rötar yapacağımızı düşünsem de neredeyse bilette yazan saatte
Roma Fiumicino’ya indik. Roma şehir
merkezine gitmek için otobüs biletini, havaalanındaki Bus Station tabelalarını
takip ederek, kelimeleri uzatarak(outsiide on the riight, hiii) konuşan bir
görevlisi olan otobüs şirketinden aldıktan sonra 15:20’de Roma’ya doğru yola çıktık.
Termini istasyonunda inip,
seyahatimiz boyunca karnınızı doyuracak olan McDonals’tan ilk hamburgerlerimizi
alıp Via Cavour’a çıkan Via Sforza sokağındaki hostelimiz Rose B&B and Hostel’a doğru yola
koyulduk. Yol üzerindeki mini marketten kolamızı alıp kaldırım dibinde
marketteki adamın şaşkın bakışları altında acınası bir halde hamburgerlerimizi yedik.
Hostele vardığımızda hostel görevlisi Elisa harita üzerinde gezmemizi gereken
yerleri gösterip kuralları anlatıyor. Hızlıca ihtiyaçlarımızı giderdikten sonra
hızlı bir Roma turuna başlıyoruz. Saat beşi biraz geçmekte.
Hostelden
çıkıp Via Cavour üzerinden Piazza Navona’ya giderken Colessium, Roma Forumu ve
Palatine Tepesine genel bir bakış atıyoruz. Daha sonra da İtalyanların
düğün pastası dediği ve bizim de hak verdiğimiz Vittoria Emanuele Anıtının önünden geçtik. Yol üzerinde Gesu Kilisesi’nin heykelleriyle
eğlenerek(gezi boyunca birçok heykel ve resmi kendimize göre yorumladık
tarihsel değerleri mahvetmiş olabiliriz ama biz çok eğlendik) Piazza Navona’ya
giriyoruz. Rivayete göre Bernini, Dört Nehir Çeşmesi’nin kilise yönündeki
heykelini kilise yıkılacak da heykel onun yıkılmasından korkuyormuş gibi
yapmış. Bunun sebebi de kiliseyi, rakibi Borromini’nin yapmasıymış. Ama bu olay
sadece bir şehir efsanesi çünkü kilise, çeşmeden sonra yapılmış. Navona'da
biraz dolaştıktan sonra karnımızın guruldamasına dayanamayıp Campo de Fiori de akşam yemeğimizi
yemeye gittik. Olabildikçe ucuz olmasına dikkat ederek pizzalarımızı
söylüyoruz. Yemekten sonra Pantheon’a doğru geçtik. Hava kararmış durumda ve Pantheon
kapanmış ama dışardan da olsa görelim deyip, bir süre Piazza del Rotonda da
takılıyoruz. Gece Pantheon’un önü çok canlı ve etrafı seyretmek çok güzel.
Bunda bizim gittiğimiz dönemde Trevi çeşmesinin tadilat altında olmasının da
etkisi olduğunu düşünüyorum. Hızlı ilk gün turumuzu bitirip güzel bir uyku
çekmek için hostele dönüyoruz.
15 Ağustos 2014 - 2.gün
Hostelde
her şeyi şekerli kahvaltımızı yaptıktan sonra, Colosseum’a doğru gidiyoruz. Bugünkü planımız antik Roma turu. Colosseum’un
yanına geldiğimizde gördüğümüz sıra bizi korkutuyor.(Bu sıranın değerini Vatikan
müzelerinde anladık) acaba daha sonra erken gelip sıra beklemesek mi diye
düşünürken sıra hızlı ilerleyince beklemeye karar veriyoruz. 30-45 dakika içinde
Colosseum’dayız. Her noktası dikkatlice gezilecek ve bolca resim çekilecek
yerlerden biri daha. Zaten Roma’ya geliyorsanız en önemli şey yeteri kadar
resim çekebilecek kapasitede bir makinenizin olması. 2 saat Colosseum’u
dolaştıktan sonra Colosseum’un dışından da bol bol panoramik fotoğrafını
çekiyoruz. Via Cavour üzerinde bir restoranda öğle yemeğimizi yedikten sonra,
Roma Forumu ve Palatine Hill ile gezimize devam ediyoruz. Colosseum, Roma forumu ve Palatine
Hill bileti beraber. Colosseum girişinde aldığınız biletle hepsini
dolaşabiliyorsunuz. 12€’luk bilet
verilen paraya değiyor. Antik Roma turumuzu bitirdiğimizde güneşin altında
dolaşmaktan ve yürümekten biz de bitmiş durumdayız. Önce bir markete uğrayıp
atıştırmalık bir şeyler alıp, gene bir McDonalds’ta yemeklerimizi yiyoruz.
Ertesi sabah 7.30’da kalkıp Vatikan Müzesine gideceğimiz için bir an önce yatmak
üzere hostele dönüyoruz.
Hostele
gelip temizlendikten sonra odada kalmak bizi kesmiyor ve tekrar çıkıp
internetten bulduğumuz dondurmacı San Crispino’a
gidiyoruz. Dondurmaları güzel ama daha sonra öğrendiğimiz asıl meşhur dondurmacının
yanında çeşitleri bakımından bir hiç. Pantheon’a doğru giderken tadilat altında
olduğunu duyduğumuz Trevi Çeşmesi’nin
yanından geçiyoruz. O güzelim çeşme bir şantiye olmuş. Heykelleri görmek için kıytırık
bir yürüyüş platformu yapmışlar ama o eski güzelliği hiç yok. Arkadaşlarımın bu
güzelliği kaçırmış olması ne büyük bir kayıp. Dondurmalarımızı alıp gene Pantheon
önüne yayıldık. Pantheon’a gelmişken bi tango dans etmeden dönmeyelim diyip,
Arya’yla ufak ufak dans etmeye çalıştık. Yorgunluktan mıdır yoksa
unuttuğumuzdan mıdır, daha çok boğuşma gibi oluyor tango çabalarımız. Vazgeçip
etrafı izlemeye devam ettik. Bizim erken yatma planları da suya düşmüştü. Meydandan
kalktığımızda saat bire geliyor. Hostele, korkutucu bir tünelden geçip, Elif'i korkutmak
için ben türlü şaklabanlıklar yaparken döndük. Yattığımızda saat iki olmuştu
bile.
16 Ağustos 2014 - 3.gün
Gelmeden
önce plan yaparken Vatikan Müzeleri’nin
14-15 Ağustos’ta kapalı olduğunu görmüştük. 16 Ağustos için bilet almayı biraz
geciktirince o gün bir anda doldu. Diğer günler boş olmasına rağmen 16
ağustosun online satışının bitmesi, yaşayacaklarımızın bir göstergesiydi. Sabah
7.30’a kurduğumuz alarmlarımızla hemen uyandık. Ama kahvaltı ve hazırlanma
faslı, dondurma aşkına gece 2’de yatmış olmanın verdiği uykusuzluk ve
yorgunlukla baya uzadı. Termini istasyonundan metroya binip Ottiviano
istasyonunda inip Vatikan Müzesi’ne doğru yürümeye başladık. Vardığımızda saat
9:50’di ve sıranın sonu gözükmesine rağmen başının nerede olduğu hiç gözükmüyordu.
Arkadaşlarımı bırakıp sıranın başına gidip gelmeye karar verdim. Bizim olduğumuz
yerden sıranın başına gidip gelmek tam 10 dakikamı aldı. Yanımızdan geçen rehberler,
36€ karşılığında sıra beklemeyeceğimizi bu sıranın 5 saat sürdüğünü
söylüyorlardı. “Hadi canım 5 saat sürmez en fazla 2-3 saat sürer” deyip, beklemeye
karar verdik. Sırada beklerken önceki gün markete uğrayıp atıştırmalık bir
şeyler almakla ne kadar mantıklı bir hareket yaptığımızı anladık. Sıra çok
yavaş ilerliyor ve rehberlerin dediği gibi gerçekten de 5 saat sürüyor. 5 saat
boyunca güneşin altında, ayakta, bisküvi yiyip, susuz bir şekilde beklemek tam
bir Çin işkencesi. Can sıkıntısından türlü türlü oyunlar oynayıp vakit
geçirmeye çalışıyoruz. Sıcaktan ağaç gölgesini kim kapacak yarışındayız. Sıranın
başlarına doğru bir yerde çeşme olduğunu görmek acımızı dindiriyor. Suya
kavuşunca biraz olsun serinliyoruz. Saat 3’e geldiğinde, 5 saat beklemenin
ardından müzeye girdik.
Vatikan müzelerine bir daha gelinirse en
önemli ve en mantıklısı biletleri online olarak almak, online alınmadıysa da
sabah çok çok çok erken gelip sıraya girmek. Bundan sonra hayatım boyunca bir
daha sıralardan şikâyet edeceğimi düşünmüyorum. Vatikan’da 5 saat bekledik ama
beklememize değdi. Vatikan müzeleri muhteşem. Görmeden dönmek çok büyük kayıp.
Heykeller ve resimler başlı başına bir müzeye değecekken bir de Rafael Odaları ve Sistine Şapeli bizi karşılıyor. Hatta müzenin içinde geçtiğimiz
odaların tavanları ve duvarlarındaki işlemeleri görünce, Gökhan'la “buralar bu
kadar güzelse acaba Sistine Şapeli nasıldır” diye konuşuyoruz. Sistine Şapeli
kelimelerle anlatılamayacak bir yer. Hayran hayran etrafa bakarak dolaşıyoruz.
Bu hayranlık sırasında birbirimizi kaybediyoruz. Arya’yla Sistine Şapelinin
içinde kalabalıkla boğuşurken, Gökhan’la Elif’i kalabalıkta görüp yanımıza
çekiyoruz. Akif halen ortalarda yok. Sistine Şapelinden çıkınca birbirimize
ulaşıyoruz ve Vatikan müzelerini bitiriyoruz. İstanbul'dayken müzenin içinden
basilikaya direkt geçiş olduğunu okumuştum ama bir geçiş bulamıyoruz.
Sorduğumuz görevlilerde dışardan çıkıp dolaşmamızı söylüyor. Saat 6'ya gelmek
üzere ve basilika 1 saat sonra kapanacak. Daha önce geldiğimde sadece
basilikaya girerken bile saatlerce sıra beklediğimiz için biraz korkuyorum ama
saatin geç olması sebebiyle çok rahat bir şekilde içeriye giriyoruz. Hatta ilk
geldiğimde uzaktan gördüğüm pieta heykeline daha yakın bir yerden bile
görüyorum. Basilica içini de rahat bir şekilde dolaşıp san pietro meydanına
çıkıyoruz. Meydandaki çeşmede serinledikten sonra yemek için arkadaşlarımı manipule
ederek onları gene McDonalds’’da yemeye ikna ediyorum. Bu sırada fotoğraf çektirmek
için tanıştığımız bir almanla baya muhabbet ediyoruz. Konu bir şekilde
dondurmaya geliyor ve bize giolitti diye bir yer öneriyor. Hemen not alıyoruz.
Vedalaştıktan sonra yemek yemek üzere ayrılıyoruz. McDonalds’’'ta yemek
yedikten sonra adamın önerdiği dondurmacı uzak olduğu için gene önceki akşam
gittiğimiz yere gidiyoruz. Dondurmalarımızla gene pantheon'un önüne gidip yorgunluk
içinde yayılıyoruz. Bu sırada da otobüsle tura katılmış bir kaç türkle kısa bir
sohbetten sonra hostele geçiyoruz.
17 ağustos 2014 - 4.gün
Roma'da
son gün. Kaç gündür Roma’da olmamıza rağmen hala giremediğimiz Pantheon'un
içini görmek hedefimiz. Hostelden çıkıp Via cavour üzerinden giderek antik
forumun olduğu yerleri geçip Campodoglio
meydanına çıkıyoruz. Meydanda bir süre dolaştıktan sonra ilginç merdivenlerinden
inip Via vittoria emanuel üzerinden
Campo Dei Fiori’ye gidiyoruz. Meydanı gündüz gözüyle de gördükten sonra Ponte Vittoria Emmanuel’den geçip nehir
kenarında biraz yürüyerek Castel Sant'Angelo'ya
geliyoruz. Kaleyi de dolaşıp terasına çıktığımızda bizi muhteşem bir Roma
manzarası karşılıyor. Tüm Roma’yı 360 derece sunan bir manzara. Bol bol fotoğraf
çekiminden sonra hedefimiz Pantheon. Ponte
sant'angelodan geçerek Pantheon
a gelip sonunda içine giriyoruz. Muhteşem yapıtı hayranlıkla inceledikten
sonra, gelirken hızlıca geçtiğimiz Piazza navonaya geçiyoruz. Uzun süre burada
takıldıktan sonra Via del corso üzerinden popoloya gitmek için ayrılıyoruz.
Vatikanda tanıştığımız almanın önerdiği dondurmacı da yolumuzun üzerinde. Giolitti'nin sokağına girince
hatırlıyorum, burası 2006’da tur rehberimizin bizi getirdiği dondurmacı. Piazza
navona’dan sonra yemek yediğimiz için, yerini öğrendiğimiz dondurmacıya akşam
gelmek üzere yolumuza devam ediyoruz. Via
del corso caddesi ve sonunda Popolo meydanı bizim İstiklal caddesini ve
Taksim meydanını hatırlatıyor. Tabi çok daha estetik olanı. Uzun süre Popolo
meydanında oturduktan sonra tam ayrılacakken kukla gösterisi yapan bir
sanatçıyı izliyoruz. Gösteri bitince Popolo
meydanının yanındaki parktan çıkarak bir seyir terasına geliyoruz. Roma tüm
güzelliği ile karşımızda. Bir süre burada da fotoğraf çekildikten sonra parkın
yanındaki yoldan ispanya meydanı, Via
del condotti, Via del corso ve Piazza di montecitorio rotasını izleyerek Giolitti’ye geliyoruz. Her zamanki
geleneğimiz olarak herkes farklı aromalı dondurma alıyor. Ben hindistan
cevizli, naneli ve fıstıklı dondurma alıyorum. İçinden bütün fıstıklar,
hindistan cevizi parçaları çıkan inanılmaz bir lezzet. Dondurma kesinlikle Giolitti’de yenmeli! Zevkle dondurmalarımızı
yiyerek bu sefer navona meydanını gece görmeye gidiyoruz. Bir süre burada oturup
pantheon yakınlarindaki McDonalds’tan hamburgerlermizi alıp hostele geçiyoruz.
Elveda Roma!
18 ağustos 2014 - 5.gün
Floransa
trenimiz 9:20de tiburtina istasyonundan
kalkacak. Hostemizin yakınındaki Cavour metro
durağına inip gişeleri geçiyoruz. Ama diğer kullandığımız istasyonların aksine,
burada yönler
gişeleri geçmeden önce gösterilmiş. Arya önceden fark edip geçmiyor gişeden,
biz de dalgınlığımızın
cezasını yeniden bilet alarak ödüyoruz. Rahat bir şekilde Tiburtinaya varıp, trenimizi
bekliyoruz. Trenimiz İtalotrain'e ait. Biletimiz en ucuzundan olmasına rağmen
gayet rahat
bir trenle yolculuk ediyoruz. 11 gibi Floransa s.m. Novella tren
istasyonundayız. Bavullarımızı
yüklenip, hostele gidiyoruz. Hostelimiz Casa
di Giuseppi'deki odamız gayet güzel.
5 kişilik odada özel banyolu. Çantalarımızı bırakıp hızlı bir floransa turuna
çıkıyoruz.
Duomo
meydanı, Piazza republica, Piazza pitti, ponte vecchio, Piazza della signoria
ve çoğu meydanı
geziyoruz. Floransa küçük bir yer olduğu için çoğu turistik merkezi kısa sürede görebiliyoruz.
Ama floransa'nın asıl güzelliği akşam olunca anlaşılıyor. Şehir çok güzel bir şekilde
ışıklandırılmış. Her sokakta farklı bir sanat var. Sokak şarkıcıları,
pandomimciler,ressamlar.
Tam bir sanat kenti. Benim kulağımsa gene bu seslerden birinde. 8 yıl önce
dinleyip beğendiğim bir çifti denk gelirsem tekrar dinlemek istiyorum. Gün boyu
her duyduğum sese acaba onlar mı diye yöneliyorum. Akşam yemeğini yedikten
sonra internetten bulduğumuz Gelatto del nieri diye bir yere dondurma yemeye
gidiyoruz. Lezzetli ama dondurma kıvamında değil de daha çok kremşanti
kıvamında olduğu için fazla beğenmedik dondurmayı ya da Romada giolitti bizim
seviyemizi çok yükseltti. Ertesi gün uffizi galeri sırasına gireceğimiz için
hostele erken dönme planı yapıyoruz. Daha önceden benim dinlediğim çiftin
genelde Piazza republica çevresinde olduğunu duymuştum o yüzden yolumuzu oradan
geçirmeye çalışıyorum ve hedefime ulaşıyorum. Republicanın bi köşesinde
çalıyorlar. Çocuklar gibi zıplaya zıplaya sevinerek bizimkileri şarkıcıların
yanına çekiyorum. 1 buçuk saat kadar onları dinledikten sonra cdlerini alırken,
sekiz yıl önce gelip dinlediğimi söyleyip merhabalaşıyoruz ve resim çekilip ayrılıyoruz.
19 ağustos 2014 - 6.gün
Bugün
Uffizi galeriye gireceğiz diye erken çıkıp sıraya giriyoruz. Tam sıra bize
geldiğinde görevli bilet soruyor. Meğerse girdiğimiz sıra önceden rezervasyon
yapıp bilet alanlar içinmiş. Tabi bu arada diğer sıralar da dolmuş oluyor.
Sıradan çıkıp Ne yapsak diye düşünürken utancımızdan pisa'ya kaçmaya karar
veriyoruz. Hemen tren istasyonuna gidip bilet alıp atlıyoruz trene. Daha bulduğumuz
boş yere oturur oturmaz yaşlı bir İtalyan teyze hemen muhabbet kurmaya
başlıyor. İtalyanca bilmememize rağmen anlattıkça anlatıyor. El işaretleri ile
anlaşıyoruz. Özellikle Elif'i çok beğendi. Ona sürekli iltifatlar yağdırdı. Bir
durak sonra bir İtalyan üniversite öğrencisi biniyor, teyze bu sefer de onunla
muhabbeti başlatıyor. Arada bizimle de konuşarak bayağı muhabbet ediyoruz. Bir
kaç durak sonra İtalyan çocukla okul, bölüm muhabbeti yaparken trene yeni binen
bir kız yanındakine bizi gösterek birşeyler söylüyorlar. Meğerse onlar da
türkiyeden gelmişler. Hacettepe üniversitesinden Seda ve Arda yazın Erasmusla
İtalya'dalarmış. İtalyanları bir kenara bırakıp kendi aramızda muhabbete
başlıyoruz. Pisa'ya varınca hep beraber istasyondan Qisa kulesine yol üzerindeki
önemli yerlere uğrayarak gidiyoruz. Pisa'ya varınca vedalaşıp ayrılıyoruz. Pisa
kulesinde çekilebilecek tüm klasik pozları çekip etrafında tur atıyoruz.
Yemekten sonra ise yarım saatlik bir Pisa kulesinin gölgesinde uyku çok tatlı
oluyor. 5 gibi toparlanıp, istasyona doğru yola çıkıyoruz. Floransa treni için
bilet alıp istasyonda beklerken, tren geç kalıyor. Acaba bizim tren o muydu bu
muydu derken biri yanımıza gelip, gençler Floransa'ya bu tren mi gidiyor diye
soruyor. İstasyonda karşılaştığımız İbrahim'le Floransa trenine atlıyoruz. O da sırt
çantası ile bir haftalık İtalya turuna çıkmış. O Empoli durağında inerken biz
Floransa'ya devam ediyoruz. Hostele uğrayıp kendimize geldikten sonra, tekrar Floransa
akşamlarına karışıyoruz.
20 ağustos 2014 - 7.gün
Artık
bugün Uffizi galeriye girmeye hazırız. Saat 8'de ben ve Arya bilet sırasına
girmek için kahvaltı yapmadan hostelden ayrılıyoruz. Uffiziye geldiğimizde sıra
çoktan upuzun olmuş durumda. Yaklaşık 1 saat sonra bizimkiler
kahvaltılıklarımızla geliyor ve nöbeti devralıyorlar. Yaklaşık 2 saat süren bir
beklemenin ardından galerinin içindeyiz. Uffizi galeri çok güzel eserler barındırmasına
rağmen Vatikan müzelerinden sonra girmemizin şansızlığını yaşıyorlar. Ve inanılmaz
fazla sayıda Madonna and child resimleri var. Artık eserlere sadece bir kez
bakıp geçiyoruz. Sanırım aşırı dozda sanat almış durumdayız. Daha fazlasını
yüklemeye beynimiz izin vermiyor. Uffizi galerisine gereken değerini tam veremiyoruz.
Galeriyi gezdikten sonra ertesi gün havaalanina gitmek için otobüs
biletlerimizi almaya smn tren istasyonu yanındaki otobüs garına gidiyoruz. Kişi
başı 6€ ya biletlerimizi aldıktan sonra iki gündür erken kalkmanın
yorgunluğuyla Arya bitap düşüyor. Onu odaya uyuması için bırakıp Vivoli'den
dondurma yemeye gidiyoruz. Giolitti kadar parçacıklı olmasa da çok lezzetli
dondurmalar. Ama porsiyonları bana fazla geliyor nedense, dondurmayı akife
veriyorum. Akşam üzeri yaklaştığı için Michelangelo
Tepesine çıkacağız. Bu sefer Akif'i odaya bırakıp Aryayı alıyoruz. SMN istasyonundan tepeye giden ilk otobüse
atlıyoruz. Güneşin batışını kaçırıyoruz ama gene de tepeden manzara muhteşem. Hava
iyice kararıncaya kadar bol bol manzara seyrediyoruz. Tepeden inen yolu yürüyerek
hostele dönerken gene bir çok güzel manzara karşımıza çıkıyor. Piazza
Republicadan geçerken gene benim şarkıcı çifti görüyoruz. Son bir kez daha
izleyip Floransaya güzel bir şekilde veda ediyoruz.
21 ağustos 2014 - 8.gün
Floransa
havaalanından uçuşumuz saat 10'da. Ne olur ne olmaz diye 2 saat önceden havaalanında
olmak için saat 7.30 otobüsüne biniyoruz. Havalanına gelip işlemlerimizi yarım saat
içinde halledince bir saat boyunca alanda bekliyoruz. Rahat bir uçuştan sonra
12'de Paris cdg deyiz. RerB hattı ile Gare du Nord'a gidip oradan aktarma yapacağız.
9.75 € tren biletlerimiz alıyoruz. Paris'teki metro hattının güzelliği olarak
aktarma yaparak hostelimiz La Montclair
Montmarte varıyoruz. Checkin 3'te olduğu için yemek yemeye çıkıyoruz.
Hostele giriş yapıp çıkmak için hazırlandığımızda saat beş olmuş durumda. Önce
gidip Louvre müzesi için biletlerimizi bir Carrefourdaki fnacdan alıyoruz.
Sonra da yürüyerek Sacre Cour kilisesine gidip genel bir Paris manzarasına
karşı biraz oturuyoruz. Yolumuza devam edip moulin rougeun önünde resim
çekilmeye giderken gördüğümüz bir çikolatacıya dalıp makaron ve biraz çikolata
alıyoruz. Sunuşu çok güzel olmasına rağmen tatlılar beklediğimiz gibi çıkmıyor.
Oradan devam edip Moulin rouge önünde resimlerimizi de çekildikten sonra erken başlayan
günü erken sonlandırıp biraz dinlenmek için hostele çekiliyoruz.
22 Ağustos 2014 – 9.gün
Bugünümüzü
tamamen Louvre’a ayırdık. Kahvaltımızı yapar yapmaz hostelden çıkıyoruz. 4 gün
boyunca daha merkezi yerlere gitmek için metro kullanacağımızdan, cihazlardan
10’lu bilet alıyoruz. Normal 1 bilet 1.70€ iken 10 tanesi 13.70€. Bilet
işlerimizi de hallettikten sonra metroyla Louvre’a ulaşıyoruz. Metro’dan
çıkınca arkamızda Louvre’un meşhur piramidi ile bol bol resim çekilip girişi doğru
yöneliyoruz. Biletlerimizi önceden aldığımız için bilet sırasına girmeden
öncelikli sıradan geçerken bekleyenler için “ezikler bekleyin bekleyin” demeyi
de ihmal etmedik. Louvre müzesi normalde saat 6’da kapanırken, Çarşamba ve Cuma
günleri 21:45’te kapanıyor. Biz de her eseri görebilelim diye özellikle Cuma
gününü seçtik. Ancak buna rağmen yetiştiremedik.
Müzede
girdiğimiz ilk odada eserlerin altlarında İngilizce açıklama göremeyince çıkıp
-bilet günlük olduğu için biletinizi göstererek giriş çıkış yapabiliyorsunuz-
audioguide aldık. Nintendo 3DS ile hazırlanan audioguide çok güzel ve
odalardaki her önemli eserle ilgili bilgiler var. Ama durup bunları dinleyerek
gezmeye çalışırsak bırak 1 günü, 1 haftada müzeyi bitirmemiz imkânsız. Bir
yerden sonra Arya’yla ortak aldığımız cihazı komple ona bırakıp ben eski güzel kâğıt
haritaya geri dönüyorum. Haritada her kattaki önemli eserlerin hangi odada
olduğunu işaretlemişler. Biz de en azından bunların hepsini görelim diye
düşünüyoruz. Tabi bu sırada Akif’i tamamen kaybetmiş durumdayız. Neyse ki onun
telefonunda paketi var ulaşabiliriz. Vakit öğleni geçince müzeden çıkıp
karnımızı doyurmak için McDonalds’a gidiyoruz. Müzeye geri dönüp birinci katı
bitirdiğimizde saat 3’e yaklaşıyor. Şimdi de Gökhan’ı kaybetmiş durumdayız. Bu
sırada telefonla Akif’e ulaşıyoruz. Bizim önümüzde daha 3 kat varken o müzeyi
bitirmiş çıkmış. Ben, Arya ve Elif müzeyi gezmeye devam ediyoruz. Artık bir
yerden sonra çoğu odayı “hmm burada heykel varmış, aa gene ortaçağ, bu da güzel
bir resim” diye geziyoruz. Tabii ki en görülmesi gereken yerlerde daha uzun
zaman harcıyoruz. Müzenin kapanış saati geldiğinde giremediğimiz bölümlere veda
ederek çıkışımızı yapıyoruz. Gökhan audioguide’nı alırken benim kimliğimle
aldığı için, onu bulmak umuduyla gişenin bekliyoruz. Ama o bizi önce buluyor.
Sabah girmeden önce kaybolursak buluşmak için bir yer belirlemiştik. Ben
unutmuşum ama Gökhan unutmayıp bizi orada beklemiş. Sonra tekrar içeri bakmak
için gelip bizi bulmuş.
Gökhan’ı
da buluştuktan sonra karnımızı doyurup hostele gitmek bizi kesmiyor, bari
Louvre günün sonuna bir de Champs-Elysee ve Arc de Triomphe ekleyelim diyoruz.
Hava iyice kararmış durumda ve biz Louvre’da iken yağmur yağdığı için de
oldukça serin. Yağmurluklarımızı giyip, Louvre’un karşısındaki bahçenin
kenarında kurulu olan lunaparkın içinden geçerek, Concorde meydanı ve
champs-elysee’yi izleyerek zafer takına geliyoruz. Artık hostele dönmek için
Metro’ya girerken önümüzde siyahi bir grup ilerliyor. Bir ara metro tünelinde
duruyorlar. Tam biz yanlarından geçip yolumuza devam edecekken, aralarından
biri arkaya doğru adım atıp yolumuzu kesiyor. Biz de durmak zorunda kalıyoruz.
Açıkçası biraz korkmadık değil. Sonra yollarına devam ettiler ve bu sırada sağa
sola vurmaya, bağırmaya devam ettiler. Bizi tırstırdıkları için eğlenmiş
olmalılar. Biz yavaşlayıp onların arkasında kalmaya çalışırken, gidip bizim
bineceğimiz hattın yönüne dönünce biz de onlardan kurtulmak için diğer hatta
kaçıyoruz. Saat iyice geç olduğu için acaba metro kapanır da burada kalır mıyız
korkusu ile gidip o grupla tekrar karşı karşıya gelme korkusu arasında kalmış
durumdayız. Diğer hattın durağında bir süre bekledikten sonra kendi hattımıza
geçiyoruz. Gitmişler... Her an bir yerden çıkabilirler korkusu, metro
geldiğinde yerini bir rahatlamaya bırakıyor. Ben fark etmedim ama Gökhan
görmüş, adamlardan birinin elinde pense tarzında bir şey varmış. Hangi ülkede
olursan ol, böyle saçma insanlar karşına çıkabiliyor. Yapacak bir şey yok.
Hostele varınca olanları Akif’e anlatıktan sonra stres ve yorgunluk içinde
uykuya dalıyoruz.
23 Ağustos 2014 – 10.gün
Bugün planımız Zafer Takı ve Eiffel’i bitirmek. Ama
artık 10 gündür yürümenin, güzel yemek yiyememenin ve önceki gün Louvre’u
dolaşmanın yorgunluğu üstümüzde. Hostelden çıkma süremiz git gide uzuyor. Ancak
11’e doğru çıkabiliyoruz. Roma ve Floransa sıcağından sonra Paris soğuk geldiği
için kızlar kendilerine çorap almak istiyorlar. Hostelin civarındaki yerlere
bakıyorlar ama bulamayınca, Eiffel civarında bir yerde bakarız deyip metroya
atlıyoruz. Champs-Elysee’de Zafer takına
yakın bir durakta inip caddeyi bir de gündüz gözüyle görüyoruz. Zafer Takına
geldiğimizde etrafında bolca resim çekilip, üstüne çıksak mı diye düşünürken
sırayı görünce vazgeçip rotamıza Eiffel’e doğru çeviriyoruz. Paris’in güzel
sokaklarından Eiffel’e doğru giderken bir sokak pazarına rastlıyoruz. Ne var ne
yok diye merak edip dalıyoruz. Gördüğümüz zeytincilerden ben özlem içinde
zeytin almaya bir türlü karar veremiyor. Ellerim yağlanmasın diye üzülerek
zeytinlere veda ediyorum. Kendileriyle İstanbul’a dönünce hesaplaşıcaz. Bir
tezgâhtan muz alıp, yolumuza devam ediyoruz. Eiffel’e varınca önce karşısındaki
havuzlu parka geçip Paris’te olduğumuzu ispatlarcasına Eiffel manzaralı
fotoğraflarımızı çekiyoruz. Parkta bir süre oturup muz molası verdikten sonra,
Eiffel’in diğer tarafındaki meydana yani Champ
de Mars’a doğru geçiyoruz. Nedense Eiffel’in etrafı asker dolu. “Acaba darbe mi oldu, hayırdır Fransız
devrimi mi var” diye düşünüyoruz. Eiffel’e çıkmayı düşünmediğimiz için öğlen
yemeği yemeye gidiyoruz. Eiffel arkasındaki çimenlik alanın sonunda gene askeri
araçlar, askerler dizilmiş durumda. Bayram mıdır nedir anlamadık. Yemek
yediğimiz yerin yanındaki bir mağazadan kızlar sonunda çorap bulabiliyorlar.
Artık üşümeyecekler.
Acaba Eiffel’e çıksa mıydık diye düşünüp fiyatlara
bakmaya gidiyoruz. Asansörle çıkış bize pahalı geliyor. “Genciz asansöre ne gerek var, tabana kuvvet” deyip, 4€’ya merdivenlerden çıkmaya karar veriyoruz.
1.katta zemini cam olan bir alan yapmışlar. Fotoğraf çekilmek için çok güzel.
Biz üst katlara çıktıkça hava da bozuyor. Zaten yüksek olduğu için eserken bir
de güneş gidince bayağı üşüyoruz ama en azından merdivenleri çıkarken
terlemiyoruz. Merdivenlerle 2.kata kadar çıkılıyor, tepeye çıkmak için ayrı
bilet almak gerekli. Bize 2.kat yetiyor. Basamak kenarında yazan 668 ibaresi
ile resim çekilmeyi unutmuyoruz. Merdivenlerle çıkmak asansöre göre çok daha
eğlenceli. Çıkınca kendini bir şeyi başarmış gibi hissediyorsun. Eiffel’den
inince hava bir süre sonra düzeliyor. Seine nehri kenarından akşam güneşi
eşliğinde güzel bir yürüyüş yapıp, 3. Alexandre Köprüsünden geçerek Concorde
meydanına kadar gidiyoruz. Akşam yemeğimizi Elif’in bir arkadaşının önerdiği
restoranda yemeyi düşünüyoruz. Ama Restaurant Bouillon Chartier’e geldiğimizde
bizi uzun bir sıra karşılıyor. Herhâlde çok iyi bir yer ki rezervasyonla veya
sırayla alıyorlar diye düşünüp, sıra beklemek yerine gene en yakın McDonalds’a
oturuyoruz. Oradan da ilk günkü manzarayı bir de gece tatmak için Sacre Couer’a
geçiyoruz. Bir süre Sacre Couer önündeki çimlerde boş bir yer bulup yatıp
dinlendikten sonra yürüyerek hostele dönüyoruz.
24 Ağustos 2014 – 11.gün
Paris’teki son günümüzde ilk durağımız Notre Dame kilisesi. Dünyaca ünlü bu kiliseyi,
artık kilise görmekten gına geldiğinden içine hiç girmeden etrafından dolaşıp Pantheon’a doğru gidiyoruz. Pantheon’a
giderken geçtiğimiz Pont de l'Archevêché’nin
her tarafına kilitler asılmış. Sevgililerin kilit taktığı meşhur köprü sandık
ama daha sonra araştırdığımda onun Pont
des Arts olduğunu öğrendim. Asıl köprünün bir kısmı kilitlerin ağırlığından
dolayı çöktüğü için artık sevgililerin uğrak adresi burası herhalde. Takılan
kilitleri inceleyip yolumuza devam ediyoruz. Seine nehrinin kenarındaki hediyelik eşya satıcılarına baktıktan
sonra, Pantheon’nu ve Sorbonne
Üniversitesini görüp, Paris’in güzel sokaklarından geçerek Lüksemburg Bahçelerine gidiyoruz. Öğle yemeğimizi çimlerin üzerinde
yiyip, güneşin altında yatıp dinlenmek iyi geliyor. Biraz kestirdikten sonra
yolumuza devam ediyoruz. Saint Sulpice
kilisesinin meydanında bir süre oturup etrafı seyrettikten sonra Pont Neuf’ü geçerek Le Marais bölgesine doğru geçiyoruz.
Eski dar sokakları olan güzel bir yer. Sokaklarını dolaştıktan sonra bizimkiler
alışveriş yapmak için Sacre Couer
tarafına giderken ben karnım ağrıdığı için dinlenmek üzere hostele dönüyorum.
Alışveriş sonrası bizimkiler hostele gelip
eşyalarını bırakıyorlar, beni alıyorlar. Hep beraber son gecemizde Eiffel’e
gidiyoruz. Eiffel geceleri daha güzel çünkü kocaman bir demir yığını olduğu
karanlıkta daha az belli. Her saat başı da kulenin üzerinde ateşböcekleri gibi
bir sürü ışık yanıp sönünce çok güzel oluyor. Önce Chaillot Sarayı’nın
terasından Eiffel temalı pozlarımızı verdikten sonra Champ de Mars’ta bir süre
yayılıp Paris’e veda ediyoruz.
25 Ağustos 2014 – 12.Gün
Elif burada bizden ayrılıp Türkiye’ye dönüyor. Pasaport kontrolü için 2 saat önceden havaalanında olması gerek o yüzden erkenden çıkıp CDG’e gidiyoruz. İyi ki de öyle yapmışız. Tam zamanında
havaalanındayız. Elif’i yolcu ettikten sonra Amsterdam’a devam etmek üzere
kendi terminalimize geçiyoruz. Neredeyse daha üç saatimiz var kalkışa.
Floransa’dan
Paris’e geldiğimizde olduğu gibi gene AirFrance ile uçuyoruz. Sadece bir çay ve
bisküvi veriyorlar ama sabah sabah o sallama çay bize başka bir güzel geliyor.
Amsterdam’a indiğimizde hava daha serin ve yağmurlu. Hostelimiz Stayokay
Amsterdam Stadsdoelon’a girişimizi yaptıktan sonra, uykumuzu almak için kafayı
vurup yatıyoruz.
Akşama
doğru hazırlanıp, Amsterdam’ı görmeye çıkıyoruz. Kanalları takip ederek,
Amsterdam sokaklarını arşınlıyoruz. Kartpostal’dan fırlamış gibi bir şehir. Dam
Meydanı’nı da gezip tekrar ara sokaklara dalıyoruz. Hostel’in yakınındaki bir
köprüde uzun süre durup Amsterdam manzarasını beynimize kazıdıktan sonra
hostele geri dönüyoruz.
26 Ağustos 2014 – 13.Gün
Amsterdam ufak bir şehir olmasına
rağmen dinlenme ağırlıklı olsun diye 4
gün ayırmıştık. İyi ki de öyle yapmışız. Roma’da sabahın köründe kalkıp gezmeye
başlayan halimizden eser yok. Hostelimizin kahvaltısı da diğerlerine nazaran
daha güzel olunca kahvaltı masasında geçirdiğimiz süre de artıyor. Zaten
hostele giriş yaptığımızda çok beğenmiştik. Hem odasını hem de banyolarını.
Hele Paris’teki hostelin banyosundan sonra bunun banyosu bence saray gibiydi.
Kaldığımız en iyi hostel mi değil mi sorusunun cevabını kahvaltıyı gördükten
sonra vermeye karar vermiştik. Kahvaltısını da görünce Stayokay birinciliği
kaptı, peşinden de Floransa Casa Di Giuseppe, Roma Rose B&B takip ederken
Paris La Montclair Montmarte sonunculuğa yerleşti.
Bugün hedefimiz gene Amsterdam
sokaklarını dolaşarak Vondelpark’ı görmek. Onun öncesinde kanal kenarındaki
Çiçek Pazarı’nı uzunca dolaşıp alınacak hediyelik eşyalarımız belirliyoruz. Son
gün buraya tekrar geleceğiz. Buradan Vondelpark’a geçip, uzun süre parkta
takılıp, oturduktan sonra tekrar Amsterdam içine dönüyoruz. Hostel’e dönerken
biraz kaybolup yanlış sokağa girsek de yolu uzatarak hostele dönüyoruz.
Akşamüzeri tekrar çıkıp sadece patates satan fastfood dükkanlarından peynir
soslu patatesimizi alıp kanal kenarında oturup karnımızı doyuruyoruz.
27 Ağustos 2014 – 14.Gün
Bugün Amsterdam’da bulunduğumuz son
gün. Bugünü Rijksmuseum’a ayırdık. Hava önceki iki günün aksine günlük
güneşlik. Yağmurluklarımızı çantalarımıza atıp t-shirtlerle dolaşıyoruz. Ünlü “I
am Amsterdam” yazısı Rijksmuseum’un bulunduğu Museumplain’de. Ama önünde vakit
harcamayıp önce müzeye giriyoruz. Kapanış saatine kadar bolca dolaşıyoruz
müzeyi. Hatta bir odadan bizi “hadi artık kapatıyoruz” diye çıkarıyorlar.
Müzeden çıkınca “I am Amsterdam” yazısının önünde resim çekilmek için
kalabalığın içine dalıyoruz. Tam resim çekilecekken “excuse me” diyen bir kızın
sesiyle irkiliyoruz. Kız çıkmış a harfinin üzerine kimsenin çekilmesine izin
vermiyor. Tek ayak üstünde poz veremeye çalışıyor bir de her çekilen resme
bakıp bir daha çektiriyor. Hadi birkaç sefere izin veriyoruz ama kızın gideceği
yok. Bencilce tek başına geçmiş, kendi resim çekilecek diye kimseye izin
vermiyor. En sonunda kızın bize
seslenmesini dinlemeyip geçiyoruz yazının önüne iyi kötü resmimizi çekiyoruz.
Müzeler bölgesini bitirdikten sonra
görmediğimiz kanalları görmeyi amaçlayarak dolaşmaya devam ediyoruz. Köprülerde
resim çekilip, kanalları turluyoruz. Çantalarımızı toplamak için hostele
dönüyoruz.
Ertesi gün planımız Den Haag’taki
Escher Müzesineuğramak. Tabi çantalarımızla gitmek istemiyoruz. Onları da
havaalanına bırakmak gerek. Tek tek bilet almaktansa Gökhan’ın bulduğu 15€
günlük sınırsız tren biletini almayı düşünüyoruz.
Çantalarımızı topladıktan sonra hem
marketlerde satılan tren biletini almak hem de buraya kadar gelip de gitmedik
demeyelim diye Red Light’i dolaşmak için hostelden çıkıyoruz.
Red Light district dolaşırken
eğlenme değil de acıma hissi bizce daha ağır basıyor. Açıkçası böyle bir
bölgenin olupta insanların ağızlarının suyu akarak buraya “turizm” adı altında
gelmesi bize hiç de çekici gelmiyor. Burada daha fazla oyalanmayıp Amsterdam’ın
daha sakin çevrelerine geçiyoruz. Kanalın kenarında bizden başka yürüyen kimse
yok. Hostele dönüp son hazırlıklarımızı yapıp yatıyoruz.
28 Ağustos 2014 – 15.Gün
Tatilimiz bitti. Her ne kadar Türkiye’ye dönmesek mi
diye düşünsek de kaderimize boyun eğmek zorundayız. Doğruya doğru şöyle güzel
bir kahvaltıyı, güzel bir yemeği çok özledik.
Schiphol’e giden trene atlıyoruz.
Havaalanına varınca bir eşya dolabı kiralayıp, yanımıza sadece günlük
eşyalarımızı alıp, Den Haag trenine gidiyoruz.
Den Haag’da gayet güzel bir şehir. Fazla zamanımız olmadığı için hemen Escher Müzesi’ne gidiyoruz. İlginç perspektifler kullandığı eserlerini
gördüğümüz müze, içinde barındırdığı diğer optik oyunlarla ilgimizi çekiyor.
Özellikle daha önce sadece videolarını izleyebildiğim Ames Room’u görünce bir
fotoğraf çekilmeden dönmüyorum. Müzeyi bitirip biraz da Den Haag’ı dolaştıktan
sonra tekrar havaalanına dönmek üzere tren istasyonuna geliyoruz. Aldığımız
sınırsız bilet sadec belirli saatlerde kullanılabiliyor. O yüzden saatin
gelmesini beklerken istasyondaki marketten yanımızda götürmek için bir sürü
çikolata alıyoruz.
Havaalanına gelip çantalarımızı aldıktan sonra hala
uçuşa kadar vaktimiz var. Telefonlarımızı şarj edecek bir yer bulup yere çöküyoruz.
Counter açılınca işlemlerimizi halledip girişimizi yapıyoruz.
Boarding-Pass’lerimizi yanyana almak isterken görevli uçağın boş olduğunu
istersek 6 koltuğu da bize verebileceğini söylüyor. Dördümüzü aramızda birer
boşluk bırakarak yerleştiriyor.
Pasaport kontrolünden sonra, Duty-Free
alışverişlerini yapıp uçağımızı beklemeye başlıyoruz. Hoşça kal Avrupa!
·
Seyahatimiz
boyunca 4 uçak, 1 tren seyahati yaptık.
·
Uçuşlara ve
trene 1150TL harcadık.
·
14 gece hostelde
konakladık.
·
346 € hostellere
harcadık.
·
Müzelere 65€
harcadık.
·
Şehir içi toplu
taşıma, havaalanı-şehir merkez ulaşım, diğer şehirlere trenler vs. ~85€
harcadık.
·
Hediyelik eşya,
çikolatalara ~75€ harcadım.
·
Yeme-içme ~250€
harcadım.
1 yorum:
Dikkat.
Bu Asa sigorta sirketi oldugu için, tüm özellikleri riayet türünü sigorta, biz de çalismak için denizasiri veya kisisel is için seyahat için vize disari sigortalamak ne, sen biz kisisel sirket kurmak için ülkeden disari seyahat etmek bir kredi ihtiyaciniz varsa Seçtiginiz herhangi bir ülkede yerlesmek için seyahat etmek size kisisel vize veya aile vizesi saglamak için yetenekli. Firmamiz size 28 yil Maximo süresi geri ödeme için bir emlak insa, bu yüzden eger ilgilendi, lütfen simdi uygulayabilirsiniz.
Size seçtiginiz herhangi bir ülkede, kisisel is baslatmak için herhangi bir miktar kredi yetenegine sahiptir, bu nedenle herhangi bir ülkeye seyahat için vize gerekirse, lütfen bu e-postayi basvurun: visaagency040@gmail.com ya da bir kredi ihtiyaciniz varsa baslamak için finance_institute2015@outlook.com: kisisel sirket kadar lütfen bu e-postayi temas
Firmamiz bu bilgi feryat uzmanlasmis.
(1) denizasiri seyahat için vize veriyoruz.
(2) Biz bireye% 2 faiz oraniyla kredi, kisisel is baslatmak için vermek.
(3) kara mallarini sigorta.
(4) ev mallarini sigorta.
(5) olusturmak ve aylik taksit ödeyerek bireysel ucuz miktarda disari satis.
Eger ev veya aylik taksit ödeyerek herhangi bir emlak satin almak istiyorsaniz, firmamiz herhangi bir sorun olmadan seçtiginiz herhangi bir süre ve seçtiginiz herhangi bir ülkedeki bir tane almak için yetenegine sahiptir.
Yorum Gönder